İlaç kartelleri ve bu kartellerin küresel kimyasal pazarlama şirketi Dünya Sağlık Örgütü, insanların kimyasal sıvıları vücutlarına enjekte ettirmelerini sağlamak için oyun üstüne oyun kuruyorlar..
Medya desteğiyle, sahte pandemiler icat edip, siyasi erk gücüyle insanları kimyasal vurdurmaya ve eve kapanmaya mecbur bırakmaları, çok yakın günlerde başlayan sanal kızamık salgını bunlardan ikisiydi..
Adını başından “doktor” ünvanı bulunan bazı kişiler, Antalya İl Sağlık Müdürü’nün yaptığı gibi oturdukları makamın gücünü örneğin turistik tesislerde çalışacaklara iki doz kızamık aşısı zorunluluğu getirmik için kullanıyorlar..
Tabi bütün bunları yaparken, insanların yasal haklarını da gözardı ediyorlarıd..
Bir aile hekiminin sosyal medyadaki paylaşımı, insanları kimyasallara mahkum etmeye yönelik aşı despotluğunun ne boyutlara geldiğinin gözler önüne seriyor.
Aile hekiminin paylaşımındaki iddiası doğruysa vay ki vayy..
Vayy devletimizi yönetenlere,vayy doktorlarımıza..
Vayy, insanlarımıa ve özellikle de çocuklarımıza…
Aile hekiminin iddiası şu:
Bu hekime kayıtlı bir çocuğun 1,5 yaş aşısı zamanı gelmiş..
Doktor ailenin çocuğu aşıya getirmesini beklemiş..
Gelmeyince telefonla ulaşmışlar aileye.. 2- 3 kez yapılan telefon görüşmesinde aile, “tamam yaptıracağız” demişler ama ne kayıtlı oldukları aile sağlık merkezinde, ne de başka bir yerde aşıyı yaptırmamışlar..
Devlette, vay siz misin aşı yaptırmayan demiş ve cezayı kesmiş..
Kesmiş kesmesine ama, aileye değil kayıtlı oldukları doktora kesmiş..
Dpotorun maaşından, aşı vurmayı başaramadı diye 750 lira kesilmiş..
Tabii, haliyle doktor isyanlarda..
İsyanının da sosyal medyada topluma duyuruyor..
Çocuğun ailesine, sizin yüzünüzden maaşım kesildi demeye getiriyor..
Eğer iddia doğruysa, adına aşı denilen kimyasal sıvı despotizminin geldiği vahim noktayı gösteriyor..
İlaç kartelleri ve kartellerin küresel pazarlama şirketi DSÖ’nün emrine giren Sağlık Bakanlığı, ilaç kartellerini ve DSÖ’yü memnun etmek için kendi personeline baskı yapmaya başlamış demektir.
Sağlık Bakanlığı’nın acilen bu sakat talimatından, doktorlarına ve insanlara baskı yapmaktan vazgeçmeli..
Unutmayın ki, insanların vücut bütünlüğü anayasal güvence altındadır.
Ne diyor Anayasa’nın 17. Maddesi: “Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”
Sağlık Bakanlığı’na insanları kimyasallara zorlayan kararları, ailelerin kayıtlı oldukları aile hekimlerine yapılamayan “aşılar” nedeniyle maaştan kesme cezaları uygulanması içeren genelgelere imza atanlar Anayasa suçu işlediklerinin unutmasınlar..
Bugün yaptığınız zorlamalar, yarın mahkemelerde hesap vermenize neden olur!
Bilim insanları iklim krizine inanmıyor
Küresel şeytanların geçtiğimiz yıl servise soktukları iklim krizine bilim insanları inanmıyor..
Televizyon ekranlarında 2017’de sıcaklıklar daha yüksekken normal hava durumu sunan televizyon kanalları, iklim krizi yalanınıyla birlikte daha düşük sıcaklıklara rağmen hava durumu haritalarının kırmızıya boyadıları..
Dünya yanıyor, iklim krizine karşı onlem alınsın diye yaygara koparıyorlar..
Yaz gelince, dünyada her yerde belli sıcaklıkları yaşar..
Örneğin, bugünlerde iklim değişikliği nedeniyle kavruluyor dedikleri Adana, her yaz aynı sıcaklıkları görür..
O nedenle, Adana, güneşe ateş açma gibi mizahi bir uygulama ve söylemle bilinir..
Bugünlerde iklim değişiklğinden yanıyor kvruluyor denen Adana mesela 2016 yılında 50 dereceyi görmüştü..
Ancak o zamanlar, küresel şeytanların iklim krizi yalanı henüz ortaya atılmadığından olacak, 50 derece sıcaklığa iklim krizi kılıfı giydirilmemişti.
Gelelim bilim insanların iklim krizine bakışına..
Nobel ödüllü Fizikçi Prof.Dr. John Clauser, iklim krizi yok diyor..
Clauser’e göre, “sahte bilim çok çeşitli başka ilgisiz hastalıklar için bir günah keçisi haline geldi. Ticari pazarlama ajanları, politikacılar, gazeteciler, devlet kurumları ve çevreciler tarafından desteklendi. Bir iklim krizi olduğuna inanmıyorum.”
Manipülasyon ve propagandadan ibaret iklim değişikliği yalanlarını bilim insanları inanmıyor!
Değişim ilkelerde olmalı
28 Mayıs seçimlerinden sonra CHP kaynayan kazana döndü, ya da döndürüldü..
27 Mayıs günü Kemal Kılıçdaroğlu’na övgüler düzenler, yüzde bir oyu olmayan 4 partiyi 39 milletvekilliği vermesini, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile mutabakat metni imzalamasını alkışlayan, doğru bulan, övgüler yağdıran; televizyon ekranlarını Millet İttifakı’nın 4 küçük partisinin mensuplarına ,cumhurbaşkanığı seçiminin ilk turundan sonra Ümit Özdağ’a açan kanal sahipleri ve gazeteciler bir anda Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanlış yaptığını yaptığı ittifaklar yüzünden seçimi kaybettiğinin söyleyip “değişim” istemeye başladılar..
Halbuki, Kılıçdaroğlu’na siyasal islamcı 3 parti, Demokrat Parti ve Zafer Partisi ile ittifak yap diyenler kendileriydi..
Taraf gazetesi yazarının İzmir’den listebaşı, meşhur Ali Dibo’nun Ankara Çankaya’dan ön sıralarda yer almalarının getireceklerini ballandıra ballandıra anlatıyorlardı.
Kılıçdaroğlu’nun önüne yüzde 60’la kazanıyorsunuz diyen anketleri koyanlar da bunlardı..
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Kılıçdaroğlu’nun Meclis’te kendisini temsil yetkiki verdiği kişlerin bir kısmı da sonradan değişim isteyenler arasına katılmışlardı..
CHP’de değişim isteyenlerin değişim talebi sadece Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlıktan gitmesiyle sınırlı..
Kendi koltuklarından, makamlarından hiç bahsetmiyorlar…
Bir tek Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlıktan gitmesi değişim olmaz..
Kemal Kılıçdaroğlu gidip Ekrem İmamoğlu ya da Özgür Özel gelse CHP’de genel başkandan başka ne değişmiş olacak..
Partinin sağa kaymasına, her siyasal görüşle işbirliği yapan oportünüst görünüşüne, neoliberal sisteme dayanmasına son verilip kuruluş ayarlarına mı dönecek..
Belediyelerin CHP’den çok İyi Parti’nin belediyeleri gibi çalışmaları mı bitecek?
Kemal Kılıçdaroğlu’na ilk taşı, CHP’nin 20 yıldır yenilgilerle sonuçlanan politkalarında pay sahibi olmayanlar; 39 milletvekilinin siyasal islamcılara verilmesine karşı çıkmış olanlar; ekranlarını SP, GP, DAP, DP’lilere kapatmış kanal sahibi ve gazeteciler, yönettikleri belediyelerde İyi partili yöneticilerinden değil CHP tabanından gelen isteklere öncelik vermiş belediye başkanları atsınlar.
Sonra da başa geçtiklerinde CHP’nin nasıl bir politika izleyeceğiğinin, Atatürk’un kurucu ilkelerine geri dönüp dönmeyeceklerinin açıklasınlar..
Zira, değişimler kişlerle değil ilkelerle olur..