Bazıları belki de ilk kez duymuş gibi şaşıracaklar ama, tarih boyunca hristiyan inancının benimsemiş Türkler olmuştur..
Tıpkı, yahudi Türkler olduğu gibi..
Tıpkı hala Göktengri inancında olanlar, şaman ritüelleri yaşatan Türkler olduğu gibi..
Kimileri diyecek ki, bir Türk’ten hristiyan olmaz, Türk demek müslüman demek..
Fakat tarih bize çok sayıda hristiyan inancına giren Türkler olduğunu gösteriyor..
Çuvaşlar, Yakutlar, Batı Kumanlar, Peçenegler, Karamanlılar, Gagavuzlar,Hakaslar,Kreşin Tatarları, Urumlar tarihte islamı ağırlıklı olarak reddedip hristiyanlığı benimseyen Türk boyları olarak yerlerini almışlardır.
Hristiyanlığı benimseyen Türklerin çoğu ortodoks, az bir kısmıda katolik ve protestan olmuştur.
Çuvaş ve Yakut Türkleri, küçük Göktengi inancındaki bir kesim dışında, yerleştikleri Rusya’da çoğunlukla ortodoksluğa geçmişlerdir.. Rus misyonerler İncil’i Çuvaşça’ya çevirip Çuvaşça gramer eğitimi vermek amacıyla 1769’da ilk Çuvaşça grameri hazırlanmışlardır. Kazan Üniversitesi “Doğu dilleri fakültesi” dil alanındaki çalışmalarında bu hareketi desteklemiş ve 1836’da V.P. Vishnevskiy’in gramer ve sözlüğü yayımlanmıştır.
Gagavuz Türklerinin durumu benzerdir. Çoğunlukla Ortodoks olan Gagavuzların bir kısmı potestan ve katoliktir. Bugünlerde nüfusları üçyüz bini bulan Gagavuzların onbirinci yüzyıl civarında Asya’dan göç ettikleri, Peçenek, Oğuz, Kıpçak Türkleri ile aynı soydan geldikleri düşünülmektedir.
Yakutlar, Türklerin eski boylarındandır. Kendilerine Saha adını veriyorlar. Saha Türkleri 17.yüzyıldan itibaren Rus ve Avrupa edebiyatlarında Yakutlar olarak tanınmıştır.
Ülkeleri Sahalar Yurdu’na da Yakutistan denilmektedir. Sibir Hanlığını yıkarak doğuya ilerleyen Çarlık Rusyası, misyonerlik çalışmalarının sonucunda Saha Türkleri’nin bir kısmını hristiyanlaştırmıştır. Rus işgalinden sonra, süratli bir şekilde hıristiyanlık propagandası yapılmasına rağmen, eski Türk dininin (Göktengri) izleri silinememiştir. Ruslar hristiyan olan Yakutların Rus ismini almaya zorlayarak yakut isimlerini unutturmaya çalışmıştır. Yakut Türkçesini sadece dini kitaplarda kullanılmasına izin vermiş, coğrafı isimleri Ruslaştırmıştır. Halkın bir kısmı eski Türk dini olan Gök Tanrı (Tengricilik) dininin gelenek ve ibadetlerinden vazgeçmeyerek bu gelenekleri günümüze kadar sürdürmüştür. Böylece Doğu Ortodoks Kilisesi ile Şaman inançlarının bireşimi benimsenmiştir.
Saha Türklerinin hayatında Köktengri (Göktengri/Göktanrı) dini çok önemli bir rol oynamıştır. Günümüzde günümüzde Göktanrıcılıkla ilgili merasimler sürmektedir.
Saha Yeri’nde Kamlık inançtan ziyade bir meslek durumuna gelmiştir. Saha bilim adamlarına göre bugünkü Kamlık eski Türk dininin felsefi, sanat ve tıbbi yönlerini göstermektedir. Saha kamlığına ait ilk bilgilerin 13. yüzyıldan kalma olduğu söylenmektedir.
Coğrafî yayılım sahasına göre eskiden Abakan yahut da Yenisey Türkleri adını almış olan Hakaslar, Hakas Özerk Türk bölgesinde yaşamaktadırlar. Kırgız ve Sağay gibi iki önemli kolu bulunmaktadır. Çin kaynaklarında bu Kırgız boyuna Heges denildiği için aydınlar ülkelerine Hakas adını vermişlerdir. Tarihte 6. ve 14. yüzyıllarda bağımsız bir devlet olan Hakasya 18. asrın başında Rus işgaline uğramıştır. 1930’da özerk bölge olarak kurulan Hakasya, Krasuoyarsk bölgesinin vesayetine sokulmuştur.
1991’de Rusya Federasyonu’nun kararıyla Krasuoyarsk’ın vesayetinden çıkmış, cumhuriyet statüsüne kavuşmuştur. Türkçe konuşan Hakasların asıl adı Koraylar (Hooraylar)dır. Hakas dili Türk dilinin Uygur-Oğuz grubuna dahildir. Uygur Türkçesine yakın bir dille konuşurlar
Yoğun Rus sömürgeciliği baskıları sonucukabul ettirilen Ortodoks Hristiyanlıkla ilgili son vaftiz 15 Temmuz 1876 yılında Askiz köyünde yapılmıştır. Bu vaftizde toplam 300 kişi vaftiz edilmiştir. Böylelikle Hakasların tamamı şeklen Hristiyan olmuşlardır.
Kreşin Tatarları, İdil-Ural Tatarları’nın bir koludur.Dil ve etnik köken bakımından Kazan Tatarlarına çok benzemektedirler. Rusça “vaftiz edilmiş“ veya “vaftizli” anlamına gelen kreşin 18. yy.’da hristiyanlaştırılma çalışmaları sırasında vaftiz edilmişlerdir. En büyük özellikleri müslümanken hristiyanlığa geçmiş olmalarıdır. 20. yy.’da ise yarısından daha az bir kısmı tekrar müslümanlığa dönüş yapmıştır.1926 nüfus sayımına göre sayıları 100.000 civarındaydı.
Ruslar Kazan hanlığını işgal ettiklerinde, hristiyanlığı kabul etmek istemeyen Tatarlar hanlıktan 40 kilometre uzağa sürüldüler. Müslüman Tatarlar, Ruslarla aralarında sınır olması için Kreşin Tatarlarını aralarında bulundurdu. 1917 yılında “Kreşin problem” ortaya çıkında Kreşinlere sınırlı kültür özerkliği verildi. Kreşin köylerinin oluşumu o yıllarda başlamış oldu. Bugün Kazan dışındaki köylerde yaşamalarına rağmen Kazan’da bir kiliseleri vardır
Rus yazar Turgenyev’in Kreşin tatarlarından geldiği bilinmektedir.
Bugün Ukrayna’nın Donetsk bölgesinde, Donetsk merkez dışında, Mariopol, Manguş, Staro Kırım, Granitnaya, Starolaspa, Staroignatovka, Mirna, Starobeşevo, Komar, Ulaklı, Bagatiri gibi yerleşim yerlerinde yaşamakta olup resmi kayıtlarda Greko-Tatar olarak adlandırılan ama Grek-Yunan dili değil de, Urumca adı altında “bizces ayt, bizces laf et” diyerek Türkçe konuşan, kendilerine “Urum” diyen ortodokslar, Ukrayna dışında kuzey Kafkasya, özellikle Pyatigorski (eski adı Beş Tavi Beş Dağ) ve Mozdok’ta yaşamaktadırlar.
Anadolu’da bugünkü Türkiyenin kurulduğu topraklarda Türk ortodoks cemaatları vardı. Türkçe konuşan Ortodoks cemaatleri çoğunlukla Anadolu’nun iç kesimlerinde yaşıyorlardı. Roma idari taksimatını esas alacak olursak, Türk Ortodokslar çoğunlukla Kapadokya bölgesinde yaşıyorlardı.. Ancak, sadece Kapadokya ile de sınırlı değil. 19. yüzyılda Anadolu’da çok daha geniş bir coğrafyada Türk Ortodoks cemaatleri var. Batıda Bursa’dan başlayarak Sivas’a kadar uzanan coğrafyada Türk dilli çok sayıda Ortodoks cemaat vardı. Ayrıca kuzeyde özellikle Orta Karadeniz’de mesela Bafra’da, güneyde Antalya ve Adana’da Türkçe konuşan Ortodoks cemaatler vardı. Dolayısıyla Batı Anadolu sahiliyle doğu Karadeniz sahilinin bir kısmında önemli bir bölümünde birçok Ortodoks cemaati anadil olarak Türkçe konuşuyordu. Kapadokya dediğimiz bölgede ise ortodoks cemaatin tamamı Türkçe konuşuyordu.
Türkçe konuşmaları kimliklerinin bir unsuruydu 19. yüzyılda İç Anadolu’dan İstanbul’a göç eden Türkçe konuşan Ortodoksların İstanbul’da kendi cemaatlerini kurduklarını gözlemleniyor. Çok erken tarihlerden itibaren İstanbul’da Samatya, Langa gibi semtlerde Türkçe konuşan Ortodokslar bulunmaktaydı..
Osmanlı döneminde Karamanlılar, Rum Ortodoks patriğine tabi tutuluyorlardı.
Bunun en önemli nedeni Osmanlı döneminde ulus ayrımının etnik kökenden çok dini kimliğe göre yapılmış olmasıdır. Benzer bir durum Gregoryen Türkleri için geçerliydi , Ermeni patrikliğine bağlı tutulup, Ermeni sayılıyorlardı.
İşin ilginç yanı büyük bir strateji hatası olarak Türk milliyetçi tarih anlatısında Türk oldukları hakkında neredeyse hiçbir şüphe olmayan Türk Ortodokslarının mübadele ile dışlanmış olmalarıdır. Kısaca ,Ortodoks olup grekçe alfabesini kullandıkları için 1923 mübadele döneminde yaklaşık 193.000 Karamanlı Türk Ortodoks zorunlu nüfus değişimine tabi tutulmuşlardır. Büyük bir bölümü Rumca bilmeyen Karamanlılar, Yunanistan’daki yaşama uyum sağlamakta çok zorluklar çekmişlerdir.
Milli Mücadele döneminde Türk milliyetçiliği, ‘Müslüman milliyetçiliği’ olarak gelişti. 1920’li yılların sonu ve 1930’larda Türk kimliğinde etnik ve seküler vurgu artıyor ama zaman içerisinde ağır basan her zaman Türk-Müslüman milliyetçiliği oluyordu. Etnik ve seküler vurgunun arttığı 1930’larda bile Bulgaristan ve Romanya’daki Hıristiyan Gagavuzların Türkiye’ye göçü kabul edilmiyor. Gagavuzların Türklüğünden şüphe etmiyor ama yine de Türkiye’ye gelmeleri hristiyan oldukalrı gerekçesiyle istenmiyordu.
Seküler ulus tanımının en vurgulu olduğu dönemde dahi vatandaşlığa kabul ya da iskan gibi devlet pratiklerine baktığınızda müslümanlığın ister istemez Türklüğü sınıflandırmada belirleyici bir kriter olmaya devam ettiğini görüyoruz.
Ulus inşaaşında veya ulus tanımında dinin belirleyici yönü sadece Türkiye’yle sınırlı değil Yunanistan da da durum aynıydı.
İrlanda, Polonya gibi bir dizi örneğe baktığınızda ulusal kimliğin dinsel aidiyetin ulusallaştırılması yoluyla inşasının sandığımızdan çok daha yaygın bir durum olduğunu rahatça saptayabiliyoruz..
Bu durum Balkanlar söz konusu olduğunda elbette çok daha bariz oluyor. Milliyetçilik, Balkanlarda kilisenin ulusallaşması anlamına geldi ve hangi kiliseye mensup olduğun, ulusal kimliğini de belirler oldu
Halbuki, ulus inşasında geçerli olan kriter din değil ırk olmalıdır. Din gibi mezheplerin de bir önemi olmaması gerekir...
Kaynakça;
1)3-4-5. Yonca Anzerloğlu, Karamanlı Ortodoks Türkler
2)Mustafa Ekincikli, Türk Ortodoksları, Ankara, 1998, s. 44.
3) Mehmet Eröz, Hıristiyan Türkler, Ankara, 1983, s.3.
4) Harun Güngör, Mustafa Argunşah, Gagauzlar, İstanbul, 1998, s. 7.
5) Atanos Manof, Gagauzlar (Hıristiyan Türkler), Terc: Türker Acaroğlu, Ankara, 1939, s. 11.
NEYZEN TEVFİK VE KÖPEĞİ MERNUŞ’UN ÖYKÜSÜ
Neyzen Tevfik Abdülhamid istibdatından Mısır’a kaçınca Kahire’de beş parasız sokakta kalmış,bir bektaşi tekkesine sığınmış.
Neyzen’in “niyetsiz oruç tutuyordum” şeklinde tarif ettiği bu günlerde ağzında ekmek olan bir köpek gelir yanına. Neyzen açlığın tesiriyle köpeğin ağzından ekmeği kapıverir. Fakat sonra dayanamaz ve ekmeğin yarısını köpeğe iade eder.
“Köpek” diyor Neyzen, “herhalde aramızda bir fark olmadığını düşünmüş olacak ki korkuyu atlattı ve ekmeği yemeye başladı.”
İşte yarı kavga yarı lokma paylaşmak suretinde başlayan bu ilişki çok sadık ve sağlam bir dostluğun temeli olmuş.
Neyzen, köpeğin adını Ashab-ı Kehf'ten yani yedi uyuyanlardan birinin adı olan Mernuş koymuş ve yanından hiç ayırmamış.
Neyzen Mısır’da iken paraya sıkıştığında Mernuş adını verdiği bu köpeği satar, köpek kısa bir süre sonra kaçarak Neyzen’e geri döner Neyzen tekrar satar köpek tekrar kaçar gelirmiş böylelikle içki ve esrar parasını temin edermiş.
Neyzen Mernuş’u son olarak Mısır’dan İstanbul’a dönecekken, vapur bileti alabilmek için satmış. Vapurda köpeği bekliyor, Gecikmiş tam ümidini kesmek ve vapur da kalkmak üzereyken bir havlama sesi. “Biliyordum geleceğini” diyor Neyzen.
Neyzen Tevfik 1934 yılında Bakırköy Akıl Hastanesi’nde iken ölen köpeği Mernuş için bir şiir yazar. Hastaneye daha önceki gelişlerinden birinde getirdiği köpeğinin ölümü üzerine ona hastanede bir cenaze töreni de yaptırır. Mernuş’u, kız kardeşi Behiye Hanım’ın verdiği ipek bir gömleğe sararak gömerler. Törene hastanenin bütün hekimlerini çağırır. Köpeğinin ölümüne çok üzülür ve onun ardından uzun süre ağlar. Şiir şöyledir:
Mernuş
Bu engin ayrılık canıma yetti,
Başımdan aşıyor kederim Mernuş,
Bu yolda yazılmış ferman-ı kaza,
Bunu da gösterdi kaderim Mernuş.
Bağlanmıştım bütün kalbimle sana,
Şu fani cihanı okuttun bana.
Sen göçtükten sonra ben yana yana
Hicranla gözyaşı dökerim Mernuş.
Bu yolda cahilim, bildiğim kısa,
Sen girdin toprağa ben düştüm yasa.
Haklı haksız hatırını kırdımsa
Affet günahımı, beşerim Mernuş.
Bakırköy Hastanesi, 1934
İşte yukarıdaki bu şiiri Neyzen, sadık dostu Mernuş’un ölümünden sonra yazmış.
Fotoğraf: Neyzen Teyfik Toptaşı Bimarhanesindeyken (Akıl hastanesi)