Samimiyet, içten yani senli benli olma durumu, samimilik. Yani; olduğun gibi görünme, göründüğün gibi olma.
Samimiyet, insanın içiyle dışının bir olması, kalbinde hissettiklerini karşısındaki insana olduğu gibi yansıtması, alabildiğine dürüst, açık ve net olmasıdır.
Kişinin gerçek düşüncelerini ve gerçek kimliğini hiç saklamadan, hiç hesap yapmadan, kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmadan açıkça ortaya koymasıdır.
Samimiyetin önemli bir özelliği ise, kalpte yaşanmadığı takdirde hiçbir şekilde taklidinin yapılamamasıdır.
Samimi insanın tüm tavırları doğal ve içinden geldiği şekildedir ve bu doğallık da insanlar üzerinde çok derin ve olumlu bir etki oluşturur.
Samimi insanın bakışları, konuşması, üslubu, mimikleri çok doğal ve etkileyicidir.
*
Kanuni Sultan Süleyman İstanbul’daki Süleymaniye Camii'ni yaptırırken ustalara sıkı sıkı tembih ediyordu. Diyordu ki: "Bu baki eserin sadece benim defterime kaydolmasını arzu ediyorum.
Kimsenin bunun içinde bir katkısı olmasını istemiyorum. Sakın ha kimseden bir şey almayın" der. Ustalar çalışıyor, cami, kubbe kubbe yükseliyor.
Karşıdan mahzun mahzun bir nine, ustaları ve o koca mabedi seyrediyor.
İçinden de yardım hevesi duyuyor. Fakat elinde avucunda hiç bir şeyi olmayan o nineciğin sadece iki keçisi var ve onların sütleriyle geçiniyor. Düşünüyor:
"Ey Allah'ım! Süleyman'a servet ve saltanat verdin. Senin uğrunda cami yapıyor. Bu fakir kuluna bir şey vermedin. Ne edeyim ki ben Senin rızanı kazanayım? Benim elimden öyle büyük işler gelmez. Benim elimden sadece o ustalara bir tas yoğurt hediye etmek gelir."
Gidiyor ustalara müracaat ediyor:
"Evladım, ben fakir bir kadınım. Ben cami yapamam. Ancak elimden bir tas yoğurt hediye etmek gelir. Rica edeceğim bu yoğurdumu kabul edin.
Ustalar Kanuni’nin tembihatı karşısında: "Hayır ana, kabul edemeyiz! Derler. Kadın ısrar eder.
Ağlar, sızlar: "Ne olur oğul!"der. Benim başka yapacak hayrım yoktur. Bu sadaka-i cariye içinde damla damla damlayan bir yoğurdum olsun." der. Ustalar kadının bu yalvarışını ve sızlanmasını kıramazlar. Onun gönlünü hoş etmek için o bir tas yoğurdu alır ve yerler. İçleri serinler.
Büyük Hükümdar o gece rüyada, yaptığı hayrın tartıldığını görür. Koca Süleymaniye Camii, terazinin bir kefesine konmuş tartılıyor. Allah'ın huzurunda ne değerdedir diye baha biçilecek. Kanuni bakıyor. Fakat ne gariptir ki Koca Sülemaniye'yi bir kefeye mukabil, öbür kefeye bir tas yoğurt konmuş.
Ama yoğurt öyle ağır basıyor ki, yoğurdun konduğu kefe zeminde, öteki kefe ise yüksekte. Koca caminin değeri bir tas yoğurt kadar bile yok. Sabahleyin dehşet içinde uyanır Kanuni, doğruca ustaların yanına koşar:
"Ne yaptınız siz öyle?" der. Ustalar korku içinde anlatırlar:
“Vallahi hükümdarımız, yaşlı bir nine geldi. Izdırap içinde bize yalvardı. Biz de ağlamasına tahammül edemedik bir tas yoğurt aldık, yedik." Bunu duyan Kanuni, gördüğü rüyayı kederli olarak dile getirdi: "Ben âlem-i manada gördüm. O bir tas yoğurt, niyet ve ihlasından dolayı Allah CC’ nın katında Süleymaniye’den daha ağır tutuluyordu. Onun değeri ilahi ölçüler içinde Süleymaniye Camii'nden daha da fazla geliyordu."
Yapılan işlerin büyüklüğüne ve küçüklüğüne bakılmaz. İşlerin samimiyetine bakılır. Küçük de olsa samimi olarak Hakk'ın rızasına varmak için yapılan işler, nice büyük hayırlardan daha önemli bir yer tutarlar.
İşin çokluğu değil, işin samimiyeti önemlidir. Yeter ki samimiyet olsun!