Yüreğir Belediye Başkanı Ali Demirçalı, yanlışta ısrar etmekten sonunda vazgeçti..
CHP Adana Milletvekili Orhan Sümer’in kardeşini ve kızkardeşinin oğlunu başkan yardımcısı olarak atama kararını sonunda geri çekti.
Ali Demirçalı, bu kararıyla, başından beri yanlış olan bir karardan vazgeçerek, CHP’yi ve CHP’lileri de rahatlattı..
Aynı zamanda, Genel Başkan Özgür Özer’in talimatını da yerine getirerek parti disiplinine de uymuş oldu..
Umarım, geri almak zorunda kaldığı akraba, eş dost atamaları Ali Demirçalı için ders olur..
Bundan sonra, çaktırmadan benzer atamalar yapmaya kalkışmaz..
Yaparsa, yine kamuoyunun tepkisi toplayacağını, bunun sonunun da parti içi disiplin kuralalrınını işletilmesi olacağını aklında tutar!..
O birkaç sıkıntı neydi?
Pozantı Belediyesi, dört yıl aradan sonra Belediyenin Tiyatro Grubu’nu yeniden faaliyete geçirmiş..
Belediyenin konuyla ilgili olarak gazetelere gönderdiği basın açıklamasında, Pozantı Belediyesi Tiyatro Grubu’nun “yaşanan birkaç sıkıntılar sebebiyle” oyunlarına dört yıldır ara verdiği belirtiliyor..
Tiyatro’nun oyunlarına son verdiği dört yıllık süreçte Pozantı Belediyesi şimdi olduğu gibi MHP’deydi..
Ali Avan yerine Mustafa Çay belediye başkanıydı..
Ali Avan, bana göre doğru bir kararla tiyatro grubunu yeniden etkinleştirmiş..
Kültür, bir toplumun beslendiği kaynaklardan birisidir..
Toplumu toplum yapan önemli bir ögedir..
Ali Avan’ın kültüre duyarlı ve önem vermesi sevindirici bir durum..
Tiyatronun yeniden oyunlarına başlaması Pozantı’nın gelişimi için önemli bir adım..
Doğrusu, sonradan Yeniden Refahlı olan Mustafa Çay döneminde yaşanan hangi birkaç sıkıntının tiyatronun kapatılmasına neden olduğunu merak ediyorum..
Eminim ki, Pozantı halkı da merak ediyordur o sıkıntıları..
Başkan Ali Avan’dan tiyatro hamlesinin ardından selefi Mustafa Çay’ın tiyatroyu kapatma gerekçelerini ya da basın açıkla asında geçtiği biçimiyle tiyatroyu kapattıracak ölçüde yaşanan birkaç sıkıntının ne olduğunu açıklamasını bekliyorum..
Zaten Anadolu’daydık! (2)
Dün, “Zaten Anadolu’daydık” demiş ve tarih boyunca hep Anadolu’da olduğumuzu Mari tabletleri ile anlatmıştık.. MÖ dört binler ile iki binler arasında Anadolu’da kyrulmuş olan Turukku Kağanlığından, Mari tabletleriyle belgeli kanıtlı olarak bahsetmiştik..
Anadolu Türk adı konusuna bugün de devam edelim..
Tinini, beynini batıya satmış, batı merkezli tarihin esiri olmuş “bilim insanları “Milattan Önce ikibinlerde Anadolu’da Türk yoktur derler…
Ama bu iddia da değil, kuyruklu bir yalandır..
Bilim adına üretilmiş, Türk ulusunu kandırmak için türetilmiş koca bir yalandır.
Tinini batıya satmış sözde bilim insanlarının iddiaları arkeoloji, etnoloji ve filoloji yalanlamaktadır.
Arkeolojik, etnolojik ve filolojik bulgular Türklerin “Eski Çağ”da da Anadolu’da yaşadığını göstermektedir..
Türklerin MÖ ikibinli yıllarda Kuzey Mezopotamya ve bugünkü Doğu Anadolu’da yaşadıklarının kanıtlayan bu belgelerden biri de Asurlulara ait tabletlerde geçen ve Belçikalı Arkeolog Georges Dossin’in “Tuur” ve “Turan” biçiminde okumuş olduğu bir sözcüktür..
Antik Çağda İç Anadolu’da, Kilikya ve Kapadokya bölgesi civarında kullanılan bazı kral, tanrı ve yer yurt adlarının, Çin kaynaklarında görülen, “Türk” adının türevlerine fazlaca benzerlik göstermesi, “MÖ. 2000’lerde Anadolu’da Türklerin yaşadığı” tezini güçlendirmektedir.
J. G. Frazer bir yazısında bu konuda şu düşüncelere yer vermiştir:
“Bütün dağlık Batı Kilikyası’nın, sonraları Greklerce Zeus diye sayılıp kabul edilen, bir tanrıyı kişiliğinde simgeleyen papaz krallar tarafından yönetildiğini biliyoruz. Bu kralların çoğunun adı ya Ajaks ya da Teukeros idi. Bu adlar Kilikyalı adların Grekçeye çevrilmiş biçimleri idi.
Teukeros sözcüğü Kilikya krallarında sık sık rastlanan “Trak”, “Trok”, “Turku” ve “Troka” adlarının Grek söyleyişine uydurulmasından ileri gelmişe benziyor.
Unutulmamalıdır ki, Korikos mağarasında –Kilikya’da- Zeus’un papazlarının adları arasında sık sık Tarkuvaris, Tarkumbiyos, Tarkimos, Trokoarbasis ve Trukumbigremis gibi adların arasında Grekçe Teukuros adı görülür. Hitit tanrısı Teşüp’ün bir adının da Torkom olduğu unutulmamalıdır.”
Kilikya ve Kapadokya krallarında sıkça rastlandığı söylenen bu adlar çok tanıdıktır. Türk adının zaman içindeki ses değişimi izlendiğinde geçmişte Türklere, “Trak”, “Türü”, “Töre”, “Türük”, “Turuk”, “Tork” gibi adlar verildiği görülecektir. Dolayısıyla Kilikya krallarına verilen “Trak”, “Trok”, “Turku” gibi adların değişik coğrafyalarda Türklere verilen adlara birebir benzemesi, ilk çağda Kilikya ve Kapadokya bölgesinde yaşayan halkın “Türk kökenli” olabileceğini düşündürmektedir.”
Bilindiği gibi bu bölge daha sonra Hititlerin yerleşeceği İç Anadolu ve civarıdır.
Selahi Diker, “Kapadokya” adının da Türkçe olabileceğini ileri sürmüştür.
Kapadokya adının Akamen Elamcasıyla: “Ka-ut-ba-du-ka” biçiminde yazıldığını ve Türkçe “Kt-batuk-ya” yani (Het-batuk-ya) biçiminde yazılması gerektiğini ileri süren Diker, bu sözcüğün anlamının ise: “Hatti halkının battığı ülke” olması gerektiğini belirtmiştir.
Diker, Hatti-Hitit ve Türkçe Battı-Batık sözcükleri arasındaki ilişkiye dikkat çekerek: “ (MÖ 64-MS 24 yıllarında yaşamış Yunan tarihçi, coğrafyacı ve filozof Strabon) Her ne kadar adını Galata sınırındaki Kappadoks ırmağından aldığı söyleniyorsa da bu bizim yorumumuzu değiştirmez. Zira, bu ırmak adı da hemen hemen aynı etimolojiye sahiptir: Kappadoks – Kappadok-s Türkçe Kt-patuk –su “Hattilerin battığı ırmak…” biçiminde bir değerlendirme yapmıştır.
Anadolu’da MÖ. iki binlerde Türklerin yaşadıklarını gösteren en önemli kanıtlardan biri Antik kaynaklardaki bazı yer adlarıdır.
Örneğin, Antik kaynaklarda Anadolu’da “Taur” adını taşıyan dağlardan söz edilmektedir (Pontus Tauru, Anadolu Tauru). Taur sözcüğü “dağlı insanlar”, “dağlılar” anlamında Türkçe kökenli bir yer adıdır. Tau/taw/tav “dağ” ve ar/er “insanlar” sözcüklerinden oluşmuştur.
BULAMAÇ HÖYÜK HEYKELİ VE ÖN TÜRKLER
Erzurum’un Pasinler ilçesi yakınlarında Bulamaç Höyük kazısında MÖ. 1100-1500 yılları arasına tarihlendirilen bir insan başı heykelciği bulunmuştur. Yapılan analizler sonucunda yumurta büyüklüğündeki insanbaşı heykelciğinin Proturklere ait olduğu anlşılmıştır.
Pasinlerde, MÖ binyüz- binbeşyüz yıllarına ait heykelcikte, Orta Asya Türk eserlerinde bulunan “bıyık”, “keçi sakal” gibi detaylar yeralmaktadır. Heykel başının en önemli özelliği göz, ağız, bıyık ve sakalının Asyetik unsurlar barındırmasıdır. Yrd. Doç. Dr. A. Semih Güneri, bulunan arkeolojik eserler hakkında yaptığı açıklamada, “Türkçe konuşan kabilelerin MÖ. 3000’den itibaren Doğu Anadolu’ya gelişlerine ilişkin arkeolojik belgeleri 10 yıllık çalışmayla gün ışığına çıkardıklarını” belirterek, “Ermenilerin yörede 6. Yüzyıldan itibaren yaşadığı iddia ediliyor. Bulamaç Höyük kazılarında Türklerin buralara 1000 yıl daha erken geldiğini kanıtlayan bulgular bulduk” demiştir.
DPT tarafından desteklenen OTAK (Orta Asya’da Türk Kültürünün Arkeolojik Kaynakları) projesi kapsamında Pasinler Ovası Bulamaç deresi yakınlarından bulunan Bulamaç Höyük I’de Ortaçağ ve Urartu dönemi arasındaki kültürlere, Bulamaç Höyük II’de ise Son Tuç çağına ait surlar ve küplere rastlanmıştır.
Bulamaç Höyük kazılarında bulunan baş heykelciği, Türklerin Anadolu’da 3500 yıldır yaşadığını kanıtlayan son arkeolojik bulgulardan biri olması bakımından son derece önemlidir.
(DEVAM EDECEK)
Binlerce yıldır davranışlarımız değişmedi
İnsanoğlunun davranışları, duyguları, sitemleri binlerce yıldır değişmedi..
Binlerce yıl önce nasıl düşünüyorsak öye düşünüyoruz..
Kim eve nelere sitem ediyorsak, yne aynı kişilerle aynı sitemlerimimiaz yapıyoruz..
Bunun en çarpıcı örneği, gümüzden yaklaşık üç bin sekizyüz yıl önce yaşamış Babilli bir çocuğun annesine yazdığı mektup ve sitemidir..
Babilli öğrencinin üçbin sekizyüz yıl öncesinde yazdığı mektup çocuklarının davranışlarının günümüze dek pek de değişmediğini ortaya koyuyor..
Öğrenci İddin-Sin’in annesi Zinû’ya yazdığı mektup, MÖ onsekizinci yüzyıl Mezopotamya’sındaki hayattan bir kesit sunuyor.
Mektubun yazıldığı sırada Iddin-Sin annesinden uzaktaydı.
İddin-Sin, annesine derslerin nasıl gittiğini anlatan, hatta belki de özlendiğini söyleyen bir mektup yazmak yerine, kıyafetlerinin durumu nedeniyle annesine kızıyordu.
Mektupta şöyle yazıyor: “Zinû hanıma söyle: İddin-Sin şu mesajı gönderiyor. Tanrılar Šamaš, Marduk ve Ilabrat benim hatrım için seni sonsuza kadar sağlıklı tutsun.”
İddin-Sin, daha sonra iyi dileklerini bir kenara bırakıyor ve şikayete başlıyor.
“Buradaki gençlerin kıyafetleri yıldan yıla daha iyi hale geliyor, ama sen benim kıyafetlerimin yıldan yıla daha da kötüleşmesine izin veriyorsun. Gerçekten de kıyafetlerimin daha fakir ve daha kötü olmasında ısrar ettin. Evimizde yünün ekmek gibi tüketildiği bir dönemde bana kötü kıyafetler yaptın.”
“Babası sadece babamın yardımcısı olan Adad-iddinam’ın oğlunun iki yeni kıyafeti var, sen ise benim için tek bir kıyafet takımını bile sorun ediyorsun.”
İddin-Sin, asıl demek istediğini belirttikten sonra son bir büyük duygusal yumruk atıyor.
“Evlatlık olduğu halde annesi onu seviyor, oysa sen beni doğurdun, buna rağmen beni sevmiyorsun!”
Kıyafet konusundaki anlaşmazlık çözüldü mü, sitem yerine ulaşıp, İddin-Sin adlı çocuk yeni kıyafetlerine kavuştu mu bilinmez..
Ama bir bilinmez de kile, kağıda,dijital belleğe yazdığınızı binlerce yıl sonra kimin okuyacağıdır..
Onun için, İddin-Sin’in mektubundan ders alıp, yazdıklarınıza dikkat edin!..