Muharrem yas oruçları bitti ama, Türkiye hala aşure mevsimini yaşıyor..
Hemen hergün evlerde aşunre pişiriliyor.. Konuya komşuya dağıtılıyor… Aşure, tarih boyunca kutsal kabul edilen bir tatlı.. Farklı dinlerde, farklı kültürlerde her zaman ayrı ve özel bir yeri olmuş.. Yani bir anlamda, bereketin simgesi bir tatlımız..
Hepimizin bildiği gibi, buğday, nohut, kuru fasulye gibi taneliler; kuru incir, kuru üzüm ve benzeri kuru yemişlerin şekerle kaynatılmasıyla yapılan bir türlü tatlı..
Aslında sadece tatlı olarak yapılmayan aşure için, kökeni çok eski tarihlere dayanan bir yemek/ çorbadır demek de yanlış olmaz. Aşure Arapça bir kelimedir. Arapça āşūrā on ya da onuncu anlamına gelir. Başka bir deyimle Hicri takvimin ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu gününü belirtir.
Aşurenin ana maddesi buğday, ilk ekildiği dönemlerden, yani bundan 12 bin yıl öncesinden bugüne, verimliliği en yüksek tahıldır. Bunun için de bereketi simgeler.
Temel maddesi buğday olan yemeklerin, Amerika kıtasından Çin’e kadar kültüre göre sıcak veya soğuk, tatlı veya tuzlu olarak tüketilmesi, inançlara göre kabul görmesi de bundandır. Kelt inanışına göre bereket tanrıları dağda en kısa günde buğday, et ve meyvelerle bir yemek pişirirmiş.
Fluffin denen, içi birçok malzeme içeren yemek, ortaçağda Haçlıların Doğu etkisinde kalmasıyla kuru meyveler, safran, badem sütü gibi malzemelerle zenginleştirilmiş.
Pagan dinlerinde ayrışan sembolize tanrılar tek tanrılı dinlerde birleşince, aşurenin tarihsel yüklenicileri de din üzerinden takip ettiğimiz öykülerde birleşir. Âşûrâ, İslam öncesinde de kutsal sayılarak o gün yenilen buğday yemeğine adını vermiştir. İslam’ın ortaya çıkmasıyla birlikte aşure yeni anlamlar kazanır.
Şiiler, o gün Kerbela’da öldürülen Hüseyin için yas yemeği olarak, Sünniler de Âdem’in tövbesinin kabul edilmesi, İbrahim’in ateşten kurtulması, Yakup’un oğlu Yusuf’la buluşması ve Nuh’un gemisinin Cudi dağına oturması gibi çeşitli olaylara dayandırarak aşure yapma geleneğini sürdürdüler.
Ortadoğu coğrafyasında farklı inanışlardaki komşuların ortak kültürüdür.. Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanlarla zaman zaman bir arada bulunmalarının doğurduğu bir sonuç olarak, bu günde olduğu varsayılan olaylar hakkındaki söylentiler sözlü geleneğe yerleşmiş, muhtemelen Yahudi kültüründen Müslüman kültürüne geçmiş bir sözlü tarih yakıştırmasıdır.
Aşure gününün İslam tarihi kaynaklarına aksettiği görünüm ile Yahudi inancındaki görünümü farklılık gösterir. Yahudilikte bu gün, “Yom Kipur Katan” olarak ifade edilmiştir.
Yahudiler halen de bu günde oruç tutarlar.. Emevilerden itibaren Müslümanlar arasında iki ayrı kesimin aşure gününe farklı anlamlar yüklediklerini görmekteyiz.
Muharrem’in 10. günü olan aşure günü, farklı algılanmak ve kutlanmakla birlikte Sünniler ve Şiiler arasındaki kendilerine özgü kutlanış şeklini hiç değiştirmeden günümüze kadar ulaşmıştır.
Sünnilerce geleneklere uygun olarak kutlanan, Alevilerce de matem tutulan bir gündür. Yunanlılar ve Rumlar Azize Barbara gününde hem kolivaya hem de aşureye benzeyen bir tatlı (buğday çorbası) hazırlar ve dağıtırlar. Ermeniler ise “anuşabur” dedikleri aşureye benzer ve içinde buğday, kuru üzüm, kuru kayısı, gülsuyu, şeker, üstünde süs olarak tarçın, ceviz, nar bulunan tatlıyı yeni yılı karşılarken pişirirler.
Aşure birçok (7-10-12…-41 adet) malzemenin karışımıyla yapılır..
Bu tatlının kökeni olarak en yaygın biçimde “Nuh Tufanı” gösterilir... Hikâyeye göre Nuh’un gemisi karaya oturup yiyecek bir şey kalmadığında, kalanlarla bir yemek yapılmıştır.
Bu yemek, gemidekilerin yedikleri son yemek olmuştur… Kutsal metinlere girmese de her din kendine mal etmiştir aşureyi…
Osmanlı dönemi boyunca aşure geleneğinde öncülük saraya aitti. Büyük kazanlarda hazırlanan aşurenin ilk olarak özel bir törenle padişaha, harem halkına sunulması, sonra devlet ileri gelenlerine, imaretlere, halka dağıtılması âdetti.
Saray mutfaklarının her birinde iki ve dört kulplu büyük kazanlarda, buğday, incir, üzüm, kayısı kurusu, nohut, bakla vb malzeme ile “daneli” denen aşureler pişirilirdi. 16. yüzyılın ikinci çeyreğinde aşureye buğday, pirinç, şeker dışında badem, bakla, börülce, hurma, kuş üzümü, kavrulmuş fındık katılıyordu.
17. yüzyıla ait kayıtlarda bunlara ek olarak ceviz, razakı üzümü, nohut, yumurta ve elmanın da aşurenin yapımında rol oynadıkları görülüyor…
Evlerde ise her aile kendi konumuna ve ihtiyacına göre 10-17 Muharrem haftası içerisinde mevsim imkânlarına göre zengin malzemeli bir aşure pişirirdi. Evlerde büyük helvahane ya da kuzu kazanı içinde hazırlanan aşure ocaktan indirilince evin en yaşlısı kazanı karıştınp bir Yasin-i Şerif okur, ardından evin en büyüğünden en küçüğüne sıra ile tas tas verilirdi…
Asırlardır eski gelenek devam etmektedir…
Aşure Türklerin en sevdiği tatlılardan biri olarak evlerde her zaman pişirilen ve konu komşuya dağıtılan bereket yiyeceğidir… Muharrem ayında en şık semtlerden köylere kadar, yoksul-zengin ayrımı olmaksızın evlerde aşure tencereleri kaynar, kâse kâse dağıtılır…
Her evin, her yapanın kattığı malzeme farklılık gösterse de, genellikle bütün aşure tariflerinde birincil ana malzeme buğdaydır. Nohut ve kuru fasulye ikincil ana malzemedir.
Aşurelik buğday, kuru fasulye, nohut, pirinç, kuru bakla, börülce, mısır, kestane, kuru kayısı, kuru üzüm, kuru incir, portakal kabuğu, gülsuyu, zencefil, tozşeker, bal, su, süt, üzerinin süslemesiyse dolmalık fıstık, kuşüzümü, ceviz içi, kıyılmış kuru kayısı, kuru incir, badem, fındık, Antep fıstığı, tarçın, susam, nar tanelerinden oluşur.
“Peygamber çorbası”, “Muharrem aşı”, “âşûr aşı”, “aşure tatlısı”, “aşure çorbası” gibi isimlerle anılagelen aşure, Müslümanlar, Hıristiyanlar, Katolikler, Ortodokslar, Alevilerin ayrı kazanlarda, tencerelerde yaptıkları, ama kültürel lezzetlerini kattıkları, birleştirici bir tatlıdır…
Din, mezhep, ırk ve siyasal görüşleri ne olursa olsun, bu topraklarda yaşayan insanları birkaç günlüğüne de olsa, bereketli bir tabak etrafında birleştiren kutsal bir tatlı.. Aşureniz kutlu olsun…