CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 31 Mart Yerel Seçimlerinde belki de kendisinin belki de olağanüstü büyük bir başarıya imza attı..
30 Mart itibariyle emanetçi başkan gözüyle bakılan, 1 Nisan sonrasında koltuğunu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na bırakmak zorunda kalacağı iddia edilen Özgür Özel, tüm siyasetçileri ve televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde ahkam kesen yorumcuları, gazetecileri ters köşe yaptı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nu “yerel seçim sihirbazı” ilan ediyor, Özgür Özel’e tartışılan genel başkan diyorlardı..
Ama, dseçim sonuçları gösterdi ki, yerel seçim sihirbazı Kemal Kılıçdaroğlu değil, Özgür Özel’miş..
Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Millet İttifakı”yla 11 büyükşehir belediyesi kazanırken; Özgür Özel, 6 masadaki partiler olmadan, 11 büyükşehirin üstüne 3 büyükşehir belediyesi daha ekledi.
On il belediyesi sayısının yirmibire, ilçe belediye sayısını 331’den 337’ye yükseltti.
Toplam belediye sayısı 263’ten 420’ye yükseltti.
Kendi memleketi Manisa’da karşısında iki kez aday olduğu ve kaybettiği MHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergun’u bu kez devirerek, belediyeyi uzun bir aradan sonra CHP’ye kazandırdı.
Amasya’da 1977 yılından sonra ilk kez belediye CHP’ye geçti. 47 yıl sonra bir zafer yaşattı…
Toplam 420 belediye kazanan Özgür Özel, CHP’nin oy oranını yüzde 37,68’la merhum Bülent Ecevit’ten sonra en yüksek düzeye çıkardı.
Bu sonuçlar, Özgür Özel’i CHP içerisinde tartışılmaz genel başkan konumuna getirecektir…
Yerel seçimler, Özgür Özel’in elini beklenmeyen şekilde çok güçlendirdi…
Parti değiştirme prim yapmadı
Adaylaşma sürecinde partilerini değiştirenler, beklediklerini bulamadıları..
Hatta hüsrana uğradılar..
Adana’da Kozan, Karaisalı, Pozantı, Saimbeyli, Seyhan ve Çukurova ilçelerinde belediye başkanları aday gösterilmeyince biri bağımsız kalmış, diğerleri başka partilerin kapılarını çalmışlar ve o partilerden aday olmuşlardı..
Tarsus’da Haluk Bozdoğan CHP aday göstermeyince Memleket Partis’nden aday olmıuş, ancak itiraz sonucu adaylığı düşünce oğlunu yerine aday göstermişti..
İstanbul Sarıyer’de, CHP’li başkan aday gösterilmeyince bağımsız aday olmuştu..
Ordu’da AK Partili eski başkan İyi Parti’den adaylığa soyunmuştu..
Hepsi de, seçimleri yeniden büyük farklarla kazanacaklarını iddia ediyorlardı..
Ancak parti kapılarındaki hesap sandığa uymadı..
Koltukları koruma hesapları şaştı..
Kazanma iddiasıyla seçime girenler sandıktan ikinci, üçüncü hatta dördüncü çıkabildi..
Halk, parti değiştirenleri hoş görmedi..
Net bir şekilde cezalandırdı..
Umarım, parti değiştirenlerin akibetleri, bundan sonra siyasetçilere bir ders olur..
Koltuk uğruna partilerini değiştirmenin pahalıya patlayacağını bilirler..
Beş yıl sonra gelen adalet!
Sandık, Kozan’da beş yıllık bir haksızlığı ortadan kaldırdı..
Gecikmiş de olsa adalet beş yıl sonra tecelli etti.
31 Mart 2019 yerel seçimlerinde, Kozan’da MHP adayı merhum Nihat Atlı, 31 bin 385 oy ve yüde 39,9 oy oranıyla seçimi kazanmıştı..
Ancak, Nihat Atlı’nın başvurusunu kabul eden Seçim Kurulu, itiraz üzerine Nihat Atlı’nın seçilme yeterliliği olmadığı gerekçesiyle mazbatasını vermemiş ve Kozan Belediye Başkanlığı koltuğunu 20 bin 249 oy ve yüzde 25,8 oy oranınıa sahip Saadet Partisi adayı Kazım Özgan’a twslim etmişti..
Halbuki, aynı YSK, başka, illerde benzer durumdaki yerlerde seçimlerin yenilenmesine karar vermişti.
Kazım Özgan da Nihat Atlı’nın hakkı olan koltuğu beş yıl boyunca işgal etmişti..
31 Mart 2024’e gelindiğinde bu kez İyi Parti’nin adayı olarak seçime giren Kazım Özgan, ancak 13 bin 933 oy alabildi, yüzde 18.03 oy oranıyla sandıktan MHP, BBP ve CHP adayının ardından ancak dördüncü olarak çıkabildi.
MHP’li Nihat Atlı’dan haketmeden aldığı koltuğu bu kez MHP’li Mustafa Atlı’ya teslim etti..
Eyyy adalet, geçikmeli de olsa gelmen bile çok güzel..
Adaeltsizlikler gecikmeli de olsa yerinin buluyor, koltuklar hak edenlere iade ediliyor..
Zâtül-hareke’den otomobile
Otomobil Osmanlı’ya ilk olarak ne zaman girdi bilinmiyor ama, Takvim-I Vekâyi gazetesindeki bir haberden 1832’de girdiğini anlıyoruz..
Gazetede ve Rüsumat (Gümrük) Dairesi’nde “Zâtül-hareke” olarak adlandırıldığını görüyoruz..
“Zâtül-hareke”, hareket sahibi anlamına geliyor..
Zaten, “oto-mobil (autos-mobilis)” de kendi kendine hareket eden demek..
Yani batılıların da, Osmanlı’nın verdiği isim aynı anlamda..
At arabalarından otomobile giden süreç aslında sancılı ve yasaklarla dolu bir süreç..
Osmanlı kültüründe dört tekerlekli vasıta olarak kullanılan at arabaları ulaşımın en önemli unsuruydu.
Sonrasında buhar gücü, gaz yağı ve nihayet benzinle çalışan otomobil hayata dahil olmuştu; fakat otomobil gündelik hayatımıza dahil olana kadar uzun süre yasaklı kalmıştı.
Yasaklı kalmasının iki önemli nedeni, Osmanlı yollarının ve şehir planının kendi kendine hareket eden araba anlamında kullanılan zat’ülhareke için uygun olmaması ve Sultan Abdulhamid’in güvenlik endişesiyle otomobili yasaklamış olmasıydı.
Rüsumad Dairesi’nin ithal edilen bir adet “zâtül-hareke”nin iade kararına göre, Fransa’nın Marsilya şehrinden İstanbul’a de-monte halde getirilen otomobil, gaz yağı ile çalışmaktaydı.
Bu araç, korkunç gürültüler çıkartarak ilerliyordu ve at arabalarını ürküterek trafiğin karışmasına sebep oluyordu. Yollar da aracın geçişi için uygun değildi, bu sebeple zat’ülhareke iade edilmişti.
Aynı yıl Midilli Adası’nda da araç talebi olmuş ve benzinle çalışan bu aracın da ithalatına müsaade edilmemişti.
1905 yılında ise Prens Bisko, otomobiliyle Avrupa’dan karayoluyla İstanbul’a hiçbir engelle karşılaşmadan gelmişti. İstanbul halkı günlerce Bisko’nun Zat’ülharekesini konuşmuştu.
1832’den sonra İstanbul sokaklarında tek tük görülmeye başlanan otomobil için “baş belası” ve “şeytanın arabası” gibi farklı adlar kullanılıyordu.
Halk, bu isimleri çıkardığı gürültü ve kontrolsüz bir vasıta olarak görmesi sebebiyle vermişti.
Resmi kayıtlar ve devlet nezdinde batının verdiği ad olan otomobil yerine “zâtül-hareke” adı kabul görmüştü.
1905 yılında yaşanan hadiseler sonrası kullanımının azalmasına sebep olmuş ve ihracatı yasaklanmıştı. Bu kararın arkasında ise Sultan Abdülhamid vardı.
Sultan Abdülhamid, aslında, tahta çıkmayı bekleyen bir şehzade değildi. Bu yüzden kendisini ticaret yapmaya adamıştı. Borsada büyük paralar kazanıyor, yurt dışına seyahatlere gidiyordu.
Bugünlerde tutucu bir olarak tanıtılmasının aksine, ufku açık biriydi ve her türlü teknolojik gelişmeyi yakından takip ediyordu. Yakından takip ettiği konulardan birisi de elektrikli arabaların gelişimiydi.
Sultan Abdülhamid tahta çıktıktan sonra da bu araçların katalogları Yıldız Sarayı’na gönderilmiş ve alınması dahi gündeme gelmişti.
Lakin, Sultan Abdülhamid’in tüm sinirlerini alt üst eden gelişmeler bu konuya mesafeli durmasına hatta yasaklamasına sebep olmuştu.
Sultan Abdülhamid tahta çıktığında 93 Harbi, Ali Suavi’nin darbe girişimi ve Mithat Paşa’nın kendisine karşı yürüttüğü komplolarla sarsılmıştı.
Bu gelişmeler onu şüphe sarmalına sürükleyen gelişmelerdi; fakat 1905 yılında kendisine yönelik icra edilen suikast girişimi Sultan Abdülhamid’i çok daha radikal kararlar almaya sevk edecekti.
1908 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle beraber özgürlük sağlanan konulardan birisi de “zâtül-hareke”ydi..
Avrupa’da oldukça popüler olmuş bu vasıta özellikle İstanbul gayrimüslimlerinin ve zengin bazı yerli tüccarların fazlasıyla dikkatini cezbediyordu.
Otomobilin özgürlüğüne kavuşması sonrası öncelikle yabancı ülkenin sefirleri, ardından gayrimüslimler ve otomobile meraklı Türkler de bu aracı edinmeye başladı.
Nitekim ilk trafik kazasına İtalyan Sefirin şöforü 1912 yılında karışmış ve bir Osmanlı vatandaşının ölümüne sebep olmuştu. Kazanın sonunda İtalyan Sefirin şöforü yüklü bir tazminat karşılığı serbest bırakılmıştı.
Meşrutiyet öncesinde de hatta Abdülhamid’in katı yasaklarına rağmen de bu vasıta tam anlamıyla engellenememişti; fakat özgürlüğün gelmesiyle beraber bir anda otomobil hayatın parçası haline geldi.
Devlet kademesinde öncelikle Nazırlara bu araç tahsis edildi. “Nazır oldun mu, zat’ülhareken (otomobil) hazır” sözü de bu dönemde popüler olmuştu.