Önceki gün gazetelerin epostalarına düşen bir haber dikkatimi çekti..
Adana Kültür ve Sanat Derneği adlı bir dernek, 2018 yılında Hitit Kraliçesi Puduhepa'nın adını taşıyan ödüllerinin verileceği kişileri açıklamış..
Puduhepa ödülleri bilim, sanat, başarı ve onur ödülleri olarak dağıtılacakmış..
Ödüle layık görülenleri gönülden kutluyorum..
Tarihin en büyük kraliçelerinden Adanalı Puduhepa'nın adını taşıyan ödül büyük kıvançtır..
Ancak, haberin ayrıntısında iki şey dikkatimi çekti..
Geçmişte Puduhepa ödülü kazananların adları sıralanırken, İmren Aykut'un "Türkiye'nin ilk kadın bakanı" olduğu vurgulanmış..
İmren Aykut'a yapılan tanım, dernek yöneticilerine göre belki küçük ama bence önemli bir ayrıntı…
Başkanlığını Ayşe Meltem Baş hanımefendinin yaptığı bir derneğin, Türkiye'nin ilk kadın bakanının kim olduğunu bilmemesi, daha doğrusu yanlış bilmesi çok üzücü bir durum..
Dernek yöneticileri, TBMM kayıtlarına girip küçücük bir araştırma yapsalar, Türkiye'nin ilk kadın bakanının Puduhepa ödülü verdikleri İmren Aykut'un olmadığını görürlerdi..
Adana Kültür ve Sanat Derneği'nin İmren Aykut sandığı Türkiye'nin ilk kadın bakanı Prof. Dr. Türkan Akyol idi..
Türkan Akyol, 33. Hükümette Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı yapmıştı..
Türkan Akyol'un Türkiye'nin ilk kadın bakanı olmasının yanında imza attığı bir başka ilk ise, Türkiye'nin ilk seçilmiş kadın rektörü olmasıdır..
Yani Ankara Üniversitesi Rektörü ve Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı olarak, Türkiye'de ilklerin kadını olmuştur..
İlklerin kadını Türkay Akyol'un yerine İmren Aykut'un çok büyük bir hata..
Eğer, İmren Aykut'a "Türkiye'nin ilk kadın bakanı" olduğu için Puduhepa ödülü verilmiş ise bu hata olmaktan çıkıp skandala dönüşür…
Dikatimi çeken ikinci şey ise, yine ödül kazanan bir bilim insanının akademik ünvanı oldu..
Adana Kültür ve Sanat Derneği'ne göre, daha önceki yıllarda Puduhepa ödülü verdikleri Serdar Girginer'in akademik ünvanı "Doç.Dr."
Halbuki, Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü akademisyenlerinden olan Serdar Girginer'in akadamik ünvanı Yrd.Doç.Dr.
Yani, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın karşı çıkmasından sonra YÖK tarafından "Dr. Öğretim Üyesi" olarak değiştirilen akademik basamakta..
Doçentlik ile yardımcı doçentlik veya günümüzdeki söylenişiyle doktor öğretim üyesi eşdeş ünvanlar değil..
Serdar Girginer; akademik olarak Adana Kültür ve Sanat Derneği'nin sandığı gibi Doçent değil değil bir alt basamak olan yardımcı doçent, daha doğrusu doktor öğretim üyesidir..
Dernek yöneticileri, Çukurova üniversitesi'nin internet sitesine baksalar Serdar Girginer'in akademik ünvanının ne olduğunu görebilirlerdi..
Dilerim, Adana Kültür ve Sanat Derneği, bundan sonra Puduhepa gibi tarihin en değerli kadınlarından biri adına verdiği ödüllerde daha dikkatli olur…
*************
Bir de şairini bilseydi!…
Adana Ticaret Odasının organ seçimlerine saatler kala oda üyelerine masaj verme yarışına katılanlardan birisi de ATO Başkan adayı Mehmet Şahbaz oldu..
Mehmet Şahbaz basın bültenini, diğer adaylardan farklı olarak Divan edebiyatımızın tanınmış, Türk halkının neredeyse tamamının bildiği dizeleriyle mesaj vermiş..
Amacını, "Baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş" dizeleriyle açıklamaya çalışmış..
Kısacası şiirdeki gibi amacının hoş seda bırakmak olduğunu söylemeye çalışmış..
Okurken, ne bilgili adam, onca işinin arasında edebiyata bile vakit ayırabilmiş diye düşündün, söylemesi ayıp sempati bile duymaya başlamıştım..
Sonra, yanıldığımı anladım..
Ziraü, bunları söylerken büyük bir hata yapmış..
Türk halkının ezbere bildiği dizenin sahibi şairin Mustafa Küçük olduğunu söylemiş..
Aynen şöyle demiş:
"Koltukların gelip geçici olduğunu vurgulayan Mehmet Şahbaz, şair Mustafa Küçük’ün, “Baki Kalan Bu Kubbede Hoş Bir Sada imiş” dizelerini hatırlatarak…."
İşte bu ifadeleri Mehmet Şahbaz'la ilgili düşüncelerimi değiştirdi..
Kendisine düstur yaptığını iddia ettiği dizelerin şairirin kim olduğunu bilmiyor!..
Önce düşündüğüm gibi, edebiyata gerçekten meraklı olsaydı, o dizelerin Divan edebiyatımızın büyük şairi Baki'ye ait olduğunu elbette bilirdi..
Baki'nin dillere yapışan gazeli olduğun farkında olurdu..
Mehmet Şahbaz'a önerim, böyle açıklamalar yapacağı zaman kullanacağı şiirleri okusun, hangi şaire ait olduğunu öğrensin..
Osmanlıcasını okuyamayabilir ama, Prof. Dr. Sabahattin Küçük'ün günümüz Türkçesine çevirip yayınladığı Baki Divanı'nı okumasını tavsiye ediyorum Mehmet Şahbaz'a..
Vakti olmayacağını düşünerek, o gazeli yayınlıyorum, belki anca işinden vakit bulup, okur:
"zülf-i siyâhı sâye-i perr-i hümâ imiş
iklim-i hüsne anın içün pâdişâ imiş
Bugünkü Türkçesi:
Sevgilinin siyah saçları hüma kuşunun kanadının talih bağışlayan gölgesi imiş
Onunu için o güzellik ülkesinin sultanı imiş
bir secde ile kıldı ruh-i âftâbı zer
hak-i cenâb-ı dost aceb kîmyâ imiş
Bugünkü Türkçesi:
Bir secde etmekle güneş gibi güzel yüzü altına dönüştü
Sevgilinin çevresinin toprağı nasıl bir kimya imiş
âvâzeyi bu âleme dâvûd gibi sal
bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş
Bugünkü Türkçesi:
Yüksek sesini bu aleme Davut gibi sal
Çünkü bu kubbede baki kalan ancak hob bir seda imiş
görmez cihânı gözlerimiz yârı görmese
mir'ât-ı hüsni var ise âlem-nümâ imiş
Bugünkü Türkçesi:
Gözlerimiz sevgiliyi görmezse dünyayı görmez olur
Onun güzelliğinin aynası varsa dünya görünür olur
zülfün esîri bâkî-i bîçâre dostum
bir mübtelâ-yı bend-i kemend-i belâ imiş
Bugünkü Türkçesi:
Bu bişare Baki zülfünün esiridir sevdiğim
Bela kemendinin esaretinin bir tiryakisi imiş."
Bir önemli not daha:
1526 - 1600 yılları arasında yaşayan Baki, gazelini en az 450 yıl önce yazmış..
Mehmet Şahbaz'ın o meşhur gazelin yazarı sandığı şair Mustafa Küçük'ün, Baki'nin ölümünden tam 396 yıl sonra 8 Mart 1996 tarihinde yazdığı şiirinde, Şahbaz'ın bahsettiği dizeyi şiirine alıntı olarak almış, bu durumu da dizeyi tırnak içine alarak belirtmişti…