Önceki gün e-postadan gelen bir basın toplantısı duyurusu üzerine, dün Çukurova Gazeteciler cemiyetin'ne giderek o toplantıyı izledim..
Adana Büyükşehir Belediyesi'nin Basın Danışmanlarından Bünyamin Yıl'dan gelen basın davetinden aynen şu ifadeler yer alıyordu:
"BASIN AÇIKLAMASINA DAVET
Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlamasının en önemli olayları içinde yer alan Atatürk’ün 1918 yılı Ekim ayı sonunda AFRİN’DEN ADANA’YA gelerek İskenderun'u işgal etmek isteyen düşman gemilerine ilk ateş emrini vermesi ve yaşanan olaylar ile ilgili GENELKURMAY ARŞİV kaynaklı belgeler tarihçi Cezmi YURTSEVER ve SÜLEYMAN HATİPOĞLU tarafından açıklanacaktır.
23 Şubat Cuma günü saat 11.00’da Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’ndeki basın açıklamasına siz değerli basın mensuplarının katılımını bekler, çalışmalarınızda kolaylıklar dileriz."
Popilst bir açıklama yapılacağını tahmin ettim..
İzlediğim basın toplantısında da yanılmadığımı anladım..
Toplantıda iki kişi adına basın bülteni dağıtıldı..
Birisi, emekli tarih öğretmeni Cezmi Yursever imzalıydı..
Diğeri ise Mustafa Kemal Üniversitesi öğretim görevlilerinden Yrd. Doç.Dr. Süleyman Hatipoğlu adınaydı..
Basın toplantısında, gazetecilere dağıtılmayan, ancak Cezmi Yurtsever tercümesi verilen bir de Osmanlıca belge gösterildi..
Basın toplantısı aslında o belge üzerine kurgulanmıştı..
Belgenin fotokopisi verilmediği için tercümenin doğruluğu konusunda bir şey söylemem şimdilik mümkün değil..
Toplantıda, Büyükşehir Belediyesi'ni temsilen Kültür Müdürü Yusuf Delikoca ile Sanat Danışmanı Mahmut Tülek de vardı..
Tabii, çok sayıda Büyükşehir görevlisi de toplantıda hazır bulunuyordu..
Gündem Afrin olunca, "fırsat bu fırsat" deyip, popülist bir toplantı düzenlenmişti..
Atatürk'ü Afrin'den Adana'ya getirdiler..
Atatürk'ün ilk kurşun talimatını Adana'dan verdiğini, bu durumu ilk kez kendilerinin ortaya çıkardığını iddia ettiler..
Basın toplantısında dağıtılan basın bültenlerinde yer alan görüşlerin çoğu, daha önceki yıllarda çok sayıda gerçek tarihçi tarafından dile getirilmişti..
Cezmi Yurtsever imzalı basın bülteninde "gizli şifreli" olarak lanse edilen Atatürk'ün İstanbul'a çektiği telgrafların hepsi açık açık çekilmiş telgraflardı..
O telgraflardaki görüşler, Mustafa Kemal Atatürk tarafından açık açık başta Enver Paşa olmak üzere tüm dönemin yetkililerine bildirilmişti..
Cezmi Yurtsever yazmamış ama, ben söyleyim, o telgraflardan birinde, Atatürk, 11 Ekim 1908 tarihinde Padişah Vahdettin'e telgraf çekerek, kurulacak hükümetle ilgili görüşlerini iletmiş; hükümeti kurmakla görevli Ahmet İzzet Paşa'ya çektiği telgrafla da yeni kurulacak hükümette Harbiye Nazırlığını istemişti..
Yani bugünkü ifadeyle Milli Savunma Bakanlığını talep etmişti..
Hem de şifresiz bir şekilde!...
Afrin olayına gelince…
Açın bakın o dönemin kayıtlarına, Afrin'in adı bile geçmez..
Atatürk, Halep'de savaşın kaybedilmesi üzerine, Liman Van Sanders ve diğer komutanlara rağmen, orduyu Halep'in kuzeyine, dağlık kesime çekmişti..
Büyükşehir Belediyesi'ni etkileyip desteğini alan ve ilk kez bazı şeyleri açığa çıkardıklarını iddia edenlerin Atatürk'ü Afrin'den getirdiklerini olay tarihi belgelerde şöyle kayıtlıdır:
23 Ekim’den itibaren başlayan düşman taarruzuna karşı, Halep ve güneyinde bulunan kuvvetler 5 km. kadar kuzeye kaydırılarak burada bir savunma hattı oluşturulduktan sonra Halep’te çetin muharebeler yaşanmıştı. Bu mücadele üç gün kadar sürmüştü. Durum öyle gösteriyordu ki, Halep’ten çıkmak ve kuzeydeki dağlık bölgede Anadolu’nun yolunu kapamak lazımdı.
25-26 Ekim’de Halep bırakılarak, daha önce kuzeyde oluşturulan hatta çekilmiş olan 7. Ordu, karargahını da Katma’ya taşımıştı. Yıldırım Orduları Grubu karargâhı da Adana’ya taşınmıştı. Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 7. Ordu’nun tutuğu hat, İskenderun, Beylan, Dir Cemal, Telülrifat ve doğuya uzanıyordu. Antakya da 28 Ekim’de bu hatta dahil edildi. Bu hatta düşman durduruldu ve Türk ordusu daha geriye çekilmemek konusunda sonuna kadar mücadele etti. Bu hat Türkiye’nin millî sınırlarını oluşturuyordu. Mustafa Kemal Paşaya göre bu hat, Türk ordularının en başta korumayı ve kurtarmayı düşünmesi gereken hattı. Türk ordusu şimdi Arap topraklarını değil, kendi vatan topraklarını savunuyorlardı. Burası Türkiye’nin doğal sınırıydı. (Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, C. IV, Kısım 2, s. 730 ve Atatürk; Komutan, Devrimci ve Devlet Adamı Yönleriyle, s. 113; E. B. Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, İstanbul 1967, s. 619; C. Erikan, Komutan Atatürk, Ankara 1972, s. 244 vd.)
Halep’in düşmesinden sonra Mustafa Kemal Paşa birliklerini kuzeye, Torosların eteklerine çekmiş, kesin bir cephe hattı seçmişti. İlk emirlerini yayınladı. “Düşman bu hattı geçmeyecektir.” Düşman bu hattı asla geçemedi. Sonradan yapılacak vatan savunması için kurulacak meşhur örgütlenmenin temellerini attı. Fazla silahları bölge halkına dağıtarak, bu dağlarda iş görecek gerilla kuvvetlerinin kurulmasını sağladı. [J. B. Villalta, Jorge Blanco Villalta, Atatürk, Ankara 2000, s. 174 ve Askeri Yönüyle Atatürk, s. 55; H. C. Armstrong, H.C. Armstrong, Bozkurt, İstanbul 1996, s. 77; D. V. Mikusch, D.V. Mikusch, Gazi Mustafa Kemal Paşa, İstanbul 1981, s. 167]
Mustafa Kemal Paşa Adana’ya giderken, Katma istasyonunda Ali Cenani Bey’le karşılaşmış. Ali Cenani Bey, İstasyondaki karargâhında, çapulcuların şehir yakınlarına kadar geldiğini, ordu çekildikten sonra memleketine gitmekte olduğunu söylemiş. Mustafa Kemal Paşa, memlekette adam kalmadı mı? Kendinizi savunma çarelerini düşününüz. Ali Cenani, Ne ile? Nasıl? Diye sormuş. Mustafa Kemal Paşa, teşkilât yapmalı… milli bir kuvvet meydana getirmeli… ben istediğiniz silahı veririm. Demiş.” Gerçekten de o zaman verilen silahlarla millî teşkilâtın çekirdeği kurulmuştu. (F. R. Atay, Çankaya, s.112 vd.)
Mustafa Kemal Paşa de görevi devralmak için Katma’dan hareketle Adana’ya gelmişti. 31 Ekim’de Liman Paşa bir bildiriyle orduya yeni komutanın Mustafa Kemal olduğunu deklare etmişti.
Gelişmeler karşısında Mustafa Kemal Paşa, 3 Kasım’da Sadrazam Ahmet İzzet Paşaya çektiği telde; Mütareke şartlarının açıklanması gereğinden bahsetmiş, ne gibi tedbirler alınacağını sormuştu. 4 Kasım’da aldığı cevapta, Toros tünellerinin koruma niyetiyle işgal edileceği, kuvvetlerin miktarını onların bileceği bildirilmişti. Bu gelişmeler içinde Mustafa Kemal Paşa, Katma’dan Adana’ya çağırdığı Ali Fuat Paşa ile görüşmüş, bu görüşmede iki Komutan şu görüşe varmışlardı: Artık millet kendi haklarını kendi araması ve koruması, bizim de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve ordu ile beraber yardım etmemiz lazım. (A. F. Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, s. 45; Bu görüşmede Yıldırım Orduları ile 7. Ordu’nun dağıtılacağı da dikkate alınarak, Ali Fuat Paşa’nın 20. Kolordusu ile mücadelenin Kilikya’dan başlaması konusunda da mutabakat sağlanmıştı.)
Yine aynı tarihte (3 Kasım 1918'de) Sadrazam’a çekilen telle, Mütareke şartlarının uygulanmasında yanlış yorum ve uygulamalara karşı tedbir alınması, İngilizlerin her dediklerine boyun eğilmemesi, yoksa isteklerin ve ihtirasların bitmeyeceği konusunda uyarılıyordu. Mustafa Kemal Paşa, İskenderun’a asker çıkarmaya kalkışmaları durumunda İngilizlere silahla karşı koyacağını da yazmıştı. Ahmet İzzet Paşa da, İngilizlerin şehir ve limandan yararlanmalarında bir sakınca görülmediğini bildirmiş, 6-7 Kasım’daki telinde de; İngilizlere silahla karşılık verilmesinin ülke menfaatlerine zarar vereceğini, bu emrin düzeltilmesi gereğini bildirmişti. Mustafa Kemal Paşa, ne kadar zayıf olunursa olunsun, kabul edilecek fedakârlıkların bir sınırı olduğuna inanıyordu ve bu inancını Sadrazam’a da bildirdi. Bu yazışmalardan sonra, 7 Kasım’da Yıldırım Orduları Grubu Karargâhı ile, 7. Ordu Karargâhının Padişah iradesiyle kaldırıldığı ve Mustafa Kemal Paşa’nın de Harbiye Nezareti emrine verildiği haberi gelmişti.(Olayların kronolojisi ve yazışmaların ayrıntıları için bkz. Türk İstiklal Harbi, C. I, s. 45 vd.; Atatürk, (Komutan, Devrimci ve Devlet Adamı Yönleriyle), 114 vd.; U. İğdemir, Atatürk’ün Yaşamı, Ankara1980, C.I, s. 139 vd.; Y. H. Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, Ankara 1963, s. 180 vd.; Askeri Yönüyle Atatürk, s. 52 vd.)
Bütün bu yazışmalardan çıkan sonuç, İstanbul’dan verilen gayet net emirlere rağmen, Mustafa Kemal Paşa İskenderun’un işgaline engel olmak istemiş, buraya girecek işgalcilerin bir daha çıkmayacağını söylemişti. İkinci bir husus da, daha önce zikrettiği gibi, bizim için yeni bir mücadelenin kaçınılmaz olduğu gerçeğine uygun olarak, eldeki orduları, silah ve mühimmatı, bu mücadelenin alt yapısını oluşturacak şekilde sevk ve idare etmekti. ( Mustafa Kemal Paşa daha önce bahsedildiği gibi, bazı silahları halka dağıtmak, halkı örgütlemek gibi faaliyetler içinde, Adana’dan İstanbul’a giderken de bu organizasyonu devam ettirmişti. [Bkz. C. H. Sherrill, Gazi Mustafa Kemal Paşa, Tercüman 1001 Temel Eser, s. 79] , Ali Fuat Paşa ile yukarda bahsedilen görüşmelerinde de bu yolda karar aldıklarını biliyoruz.)
Mustafa Kemal Paşa 11 Kasım’da Adana’dan ayrılmış, 13 Kasım’da da İstanbul’a ulaşmıştı.
Görüldüğü üzere, Büyükşehir Belediyesi'nin kanatları altındaki bir emekli tarih öğretmeni ile bir üniversitemizin tarih bölümü öğretimv görevlisinin ilk kez kendileri bulmuş gibi lanse ettikleri olaylar, zaten yıllar önce yerli ve yabancı tarihçiler tarafından kayıt altına alınmış, kendilerinin bulduklarını iddia ettikleri Genelkurmay'daki belge onlarca yıl öncesinden tarihçiler tarafından alınmış ve yorumlanmıştır..
Dünkü toplantıda, doğru bir şekilde dile getirilmesi gereken tarihi olaylar dizisi maalesef popülizme, popüler tarihçilik anlayışına kurban edilmiştir..
Halbuki, başka tarihçilerin de yıllar önce o belgelere ulaştığını, iddia ettikleri durumu dile getirdiklerine dikkati çekip, isteklerini tamamen bilimsel tabana dayandırsalardı, daha doğru bir iş yapmış olurlar, tezleri ciddiye alınırdı..
Bu toplantının haberini okuyacak tarihçiler, tarihçi olmayan benim basın toplantısında yaptığım gibi gülüp geçeceklerdir..
Büyükşehir Belediyesi'ni temsilen o toplantıda bulunan Mahmut Tülek'e bir sözümüz yok..
O nihayetinde bir sanatçı, tarihçi değil..
Milli hassasiyetle hereket ettiğinden de kuşkumuz yok..
Ama, Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürü Yusuf Delikoca, kendisi de bir "Tarih araştırmacısı" olduğuna göre, bu toplantıyı popülist bir anlayışla gerçekleştirmek yerine ciddi bir tarih toplantısı halinde yapılmasını sağlayabilirdi…
Enver Behnan Şapolyo'nun Uluğ İğdemir'in, Yusuf Hikmet Bayur'un, Ali Fuat Cebesoy'un, Falih Rıfkı Atay'ın, Mikusch'inin, Armstrong'un, Jorge Blancı Villalta'nın, Şükrü Tezer'in, Celal Erikan ve daha yüzlerce tarihcinin Adana'nın Kurtuluş savaşı'ndndaki önemini, Atatürk'ün Yıldrımı Orduların Komutanlığı için Adana'ya gelişini ve işgal girişim olması halinde imha edin emrini verdiğini dile getirerek, Adana açısından gecikmiş olan bir hakkı istediklerini söyleyebilirdi..
Büyük bir fırsatı, popülizme kurban ettiler
Büyükşehir desteğiyle heba ettiler…
******************
Karakaya'ya açık çağrı
MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Adan Milletvekili Prof. Dr. Mevlüt Karakaya'ya buradan bir çağrım olacak..
Yarın bir gün, birileri, elinde basın toplantısında bizlere dağıtılan basın bültenleriyle gelip, Atatürk'ün Afrin'den Adana'ya geldiğini ve Kurtuluş Savaşı'nı Adana'dan başlattığını söylerlerse aman dikkatli olun..
Zira, Atatürk'ün karargahı hiç bir zaman Afrin olmamıştır..
Atatürk; İskenderun, Beylan, Dir Cemal, Telülrifat ve Antakya hattıyla aslında Türkiye'nin güney sınırlarını çizdiği bir hatta ordusunu konuşlandırmıştı.
Katma'dan da Yıldırım orduları Komutanlığını almak üzere Adana'ya gelmişti..
İskenderun'dan olacak olası işgal girişimlerine karşı silah kullanılacağını da İstanbul'a çektiği telgraflarda açık açık belirtmişti..
Eğer böyle bir girişim olursa, naçizane tavsiyem, o açıklamaları ciddiye almamanız; TBMM'de bir girişim yapacaksanız, Türk Tarih Kurumu ve Genel Kurmay Başkanlığı'ndın temin edeceğiniz belgeler üzerinden yapmanız yolunda olacaktır.