Partilerin yönetimini ele geçiren oligarklar, kendi çeperlerinde tepkisel olarak oluşan parçacıkların bağımsız birer akım olarak gelişmesini istemiyor. Her iki taraf da çeperlerde yer alan aktörleri kendilerine biat etmeye çağırıyor, aksi halde ise onları itibarsızlaştırarak yok etmeye çalışıyor. AKP'nin HÜDA-PAR ile diyaloğu sebebiyle Hizbullah'la, CHP'nin ise HDP ya da Yeşil Sol Parti ile dolaylı diyaloğu sebebiyle PKK/YPG ile ilişkilendirilmesi, taraftar tribünlerini karşı karşıya getirip kirli bohçaların açılmasına ve sosyal medyanın bir kırım aracına dönüşmesine yol açsa da, her iki taraf için de asıl tehlike, bu iki çekim merkezi kümesi dışında kalacak olan siyasi akımların gelişme potansiyeli.
Cumhur ittifakının Yeniden Refah, HÜDA-PAR, BBP gibi partileri ittifak içinde bloke etmesi; CHP'nin ise AKP'den kopan DEVA ve Gelecek partisi, DP ve Saadet'i siyaseten muhataplaştırma çalışması ile HDP'nin kimlik temelli siyasetini sol olarak ambalajlamak için parlamento havucuyla TİP, EMEP ve benzeri sol parti ve hareketleri çeperinde istihdam etmesi ya da onların çoktan buna razı olmaları arasında fark yok denecek kadar az diyebiliriz.
Seçmeninin bu fotoğraftan duyduğu rahatsızlığın farkında olan TİP yönetiminin CHP'ye karşı ilgisi de karşılıksız kalınca, mebus sıraları aşkına Emek ve Özgürlük ittifakı ipine daha sıkı sarılmalarını da buna yorabiliriz.
Elimizde zaman makinası olmadığını söyledim ama, olacakları, olabilecekleri ya da en hafif tabirle sürülen tarlaları, ekilen tohumları anlattığım yazılar tarihin kaydı altında. Bu günlerde sanki şapkadan çıkmış muamelesi yapılan ve adı kirli ilişkiler ile (bence haksız şekilde) birlikte anılarak itibarsızlaştırılmaya çalışılan Muharrem İnce ile ilgili iki yıl önce, 22.02.2021 tarihinde burada yayımlanan "Muharrem İnce Cumhurbaşkanı olabilir mi?" başlıklı yazımda İnce'nin başlattığı hareketin siyasi iklimi etkileme potansiyeli taşıdığını anlatmış ve mevcut CHP yönetimini de kendi koltukları uğruna, partiyi parçalanma riski ile karşı karşıya bıraktıkları için uyarmıştım.
Elbette ben, Muharrem İnce gelecekte hangi siyasi pozisyonu alır, adaylıktan vazgeçer mi, herhangi bir ittifaka dahil olur mu bilmiyorum. Bunun önemi de yok, zira her siyasi parti gibi yapacağı her iş ve alacağı her karar meşru.
Muharrem İnce ile birlikte 24. dönemde TBMM'de birlikte görev yaptık, kendisi CHP grubumuzun Başkanvekiliydi. Bugün bizim mahalleden beslenen yazar, gazeteci, televizyoncu, belediyelerden danışman maaşı alan, yabancı fon ve yayın organlarından fonlanan bir çok kişi, o yıllar önce CHP ile yollarını ayırmamış gibi, parti kurmamış gibi, yüzbinlerce kişiyi peşine takıp umut olmamış gibi şimdi ortaya çıkıp aday olmasının Erdoğan'a yarayacağını ve hatta bununla Erdoğan'a hizmet ettiğini, parasal ilişkiye girdiğini ima ederek çirkinleşiyorlar.
Aynı şekilde, karalama ve çifte standart Deniz Baykal'ın kızı Aslı Baykal için de uygulanıyor. Aslı Baykal ya da Deniz Baykal'ın CHP'de yakın çalışma arkadaşları arasında bulunan Mehmet Sevigen veya diğer bir çok isim üzerinde de siyasi tavır geliştirmemeleri yönünde ağır bir baskı oluşturulmaya çalışılıyor. Oysa ben onların bu tutumunu, Kılıçdaroğlu'nun "CHP eski CHP değil" demesi kadar doğal buluyorum. CHP'de parti içi mücadelede, tüzükle güvence alınan demokratik hakları alavere dalavere yöntemleriyle ellerinden alınarak devre dışı bırakılanların, ölüye yatmak yerine, kendi inanç ve değerlerini yaşatacak yollar aramasını da aynı şekilde gayet doğal karşılamak gerek diye düşünüyorum.
Yok değilse, CHP'li 15 Milletvekili arkadaşımızı MHP'den kopanların kurduğu İYİ Parti'ye transfer edip seçimlere girmesini sağlayarak Meral Akşener'e gösterilen kadir şinaslığa ne diyeceğiz?
Farz edelim ki mevcut Genel Başkan ve yönetiminin CHP'yi taşıdığı alanda bulunmak istemeyenler, şu ya da bu nedenle CHP'de siyaset yapmalarına izin verilmiyorsa, aynı İYİ Parti'de yapıldığı gibi, siyaseten yola devam edebilmek için başka partilerle girecekleri işbirlikleri ve yapacakları ortaklıklar için onları suçlamaya kimin hakkı olabilir?
CHP'den kovulan, siyaset yapma şansı bırakılmayan ya da CHP'nin mevcut politik hattı ve yönetim anlayışı gereği gidenlere ve gidecek olanlara söylenecek laf, atılacak taş varsa; Babacan dışında şimdi Erdoğan'a karşı kurulan Millet İttifakı'nın ekabir kişisi, AKP'de Dışişleri
Bakanlığı ve Başbakanlık yapan Ahmet Davutoğlu'na karşı söylenecekler için de mürekkebi fıçıyla almak gerekir. (Sadece Suriye politikası nedeniyle şimdiye kadar şehit olan askerler, orada yerleşik düzen için harcanan milyar dolarlar ve göçle gelen milyonlarca göçmenin yarattığı etkiyle başlasak buradan nereye yol olur siz söyleyin...)
Erbakan'ın siyasi mirasçılarından Saadet ile ittifak kurup, oğlunun başında bulunduğu Yeniden Refah'a da saygı gösterilir, Babacan ve Davutoğlu'nun AKP'den koparak kurdukları Gelecek ile DEVA için ittifak 'helal' fetvası verilirken, CHP'de barındırıl(a)mayanların siyaset yapmasına 'mekruh' diyebilir miyiz? Saadet Partisinden, AKP'den, MHP'den gelen bilumum şeriatçı, anti laik, muhafazakar, dinci, mezhepçiler Cumhuriyetin kurucusu CHP'de baş tacı edilir, doğumlarına kuluçkalık yaptırılması sevap sayılırken; laikliği, bağımsızlığı ve devrimleri savunanlar için aynı yollar kapalı öyle mi? Bu tür kıyaslamalar için dilimize yerleşen bir sözü hatırlatmakla yetinelim: İğneyi kendimize, çuvaldızı karşımızdakine batıralım...
Neyse, daldan dala atladık ama olmamız gereken yere gelerek bağlayalım:
Siyaset tarihi, karşındakine bir rol biçip onu bu rolün içine hapsetmeye çalışanların beyhude çabalarıyla dolu. Bu bakımdan, geleceği yazacak olanlar da emperyalizmin koruma/kollama şemsiyesi altında TBMM'nin muhalif sıralarında oturma karşılığında 'sol' ambalajı olanlar değil; daha bir kaç gün önce, yedi düvele karşı topyekün direnişimizin sembollerinden birisi olarak kutladığımız 18 Mart Çanakkale direnişini her şeye ve herkese rağmen göze alıp bunu da zafere dönüştürenlerin izlediği yolda yürüyenler olacaktır. (SON)