İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun bir grup gazeteciyle birlikte yaptığı İtalya 'çıkarması' geçtiğimiz hafta çok konuşuldu, ancak işin magazin kısmının yarattığı gürültü arasında gözden kaçan ve bence daha önemli olan ayrıntı, İmamoğlu'nun İGDAŞ'ın özelleştirilmesiyle ilgili söyledikleriydi.
Malum, bir İBB bürokratı Bloomberg'e verdiği röportajda İGDAŞ'ı halka arz etmeyi düşündüklerini, İspark, Hamidiye Su ve Halk Ekmek'in de sırada olabileceğini, bir Finans insanı olarak özelleştirmeden yana olduğunu ve Belediyenin nihayetinde yalnızca belediye işlerine dönmesi gerektiğini düşündüğünü söylemişti.
Kendisine bu açıklama sorulduğunda İmamoğlu ise kısaca halka arzın tam anlamıyla özelleştirme anlamına gelmediğini, halka arz olarak bu konunun gündemlerinde olduğunu, bunun CHP'nin kamucu politikalarıyla çelişmeyeceğini ve kamuoyunda tartışılabileceğini ifade etti. Tartışalım:
Öncelikle usulen bir not düşmek lazım: İmamoğlu'nu eleştirmek çetrefilli bir konu. İktidar cephesi kendisine sürekli olarak haksızca, hınçla ve nefretle saldırırken CHP kanadı ise 'Geleceğin Cumhurbaşkanıdır, aman tersine gitmeyelim' diye olsa gerek eleştiriden tamamen kaçınıyor. Ancak bu konuda tutturulacak bir orta yolun, yani dostça ve yapıcı eleştirinin iyi ve faydalı olacağını, kendisinin de buna ihtiyacı oldugunu düşünüyorum.
İGDAŞ'ın ya da herhangi bir kamu iktisadi teşebbüsünün özelleştirilmesi (hadi kibarcası halka arzı diyelim) konusuna gelecek olursak, üzülerek belirtmeliyim ki geçmişin hatalarının tekrar yapılmakta olduğuna şahit oluyoruz. Geçmişin hataları geçmişte yapıldığında, bu hataları en azından yapanların cahilliğine verebilirdik ama 2024 yılında tüm geçmiş örnekler ve sonuçları önümüzde apaçık duruyorken hala aynı hataları yapıp farklı sonuçlar beklemenin akıl alır bir tarafını göremiyorum açıkçası.
İşin teknik kısmından başlayalım: İmamoğlu, özelleştirme ve halka arzı birbirinden farklı şeyler olarak ifade ederken sanıyorum İGDAŞ'ı geçmişte planlandığı gibi direkt olarak bir üçüncü şirkete satmayacaklarını, onun yerine şirket hisselerini halka arz yöntemiyle borsada yatırımcılara satmayı planladıklarını kast ediyor. Pratikte ise özelleştirme ile halka arz arasında, sonuçları özelinde bir fark yok. Borsa İstanbul'da işlem gören hisselerin yüzde 86'sı, yatırımcıların yalnızca yüzde 3.6'lık kısmına, yani yaklaşık 22 bin kişiye ait. Dolayısıyla İGDAŞ'ı halka arz etmek demek, şirketi, Türkiye ekonomisini de parmağının ucunda oynatan birkaç bin kişisel ve kurumsal yatırımcının eline bırakmak demek.
Hadi işin bu kısmını gözardı edelim, diyelim ki halka arz edildi ve İGDAŞ'ın hissedarları Ayşe teyzeyle Mehmet amca oldu. Bu durumda dahi bir kamu şirketini halka arz etmenin en temel sonucu, şirketin artık kar maksimizasyonu ilkesi doğrultusunda hareket edecek, etmek zorunda olmasıdır. Borsa İstanbul'dan İGDAŞ hissesi alan sıradan bir vatandaş dahi olsa, yatırımının karşılığında haklı olarak bir gelir bekleyecektir. Ticaret hukukunun en temel ilkelerinden birisidir, şirket yönetimi hissedarlara karşı sorumludur. Özel bir şirketin temel amacı hissedarlarına ve yatırımcılarına maksimum faydayı, yani maksimum kârı sağlamaktır. Dolayısıyla halka arz edilen bir İGDAŞ'ın artık kamu yararını gözetmesi mümkün değildir. Zarar etmeye başladığı anda fiyatlarını artırarak yükü İstanbul halkının omuzlarına yüklemekten çekinmeyecektir. Örnek arayanlar için özelleştirilen elektrik dağıtım şirketlerinin karneleri, özelleştirilen İDO'nun kâr etmeyen hatları kapatıp binlerce kişiyi mağdur etmesi ve benzeri örnekler önümüzde duruyor.
İDO örneğini verince akıllara İGDAŞ'ı ilk özelleştirmeye çalışanın da AKP olduğu gerçeği geliyor tabii... CHP'nin ekonomik ideolojisinin AKP'den bir farkının olmadığını sık sık yazan birisi olarak CHP'ye geçen İBB'nin AKP'nin yarım bıraktığı özelleştirmeyi tamamlamaya çalışmasındaki acı ironiye değinmeden geçemeyeğim (AKP İGDAŞ'ı özelleştirmeye kalktığı zaman çıkan talipler olan EDF ve GAZPROM'un Fransa ve Rusya'nın kamuya ait şirketleri olması da ayrı bir ironi).
CHP'li kadroların, muhtemel bir İGDAŞ özelleştirmesini AKP'nin yaptığı özelleştirmelerle kıyaslayarak 'Biz daha iyi yaparız.' gibi bir inanışa sahip olduklarına eminim. Zaten herhangi bir şeyi iktidardan daha kötü yapmak pek kolay olmadığı için bu inanışlarında haklı olduklarını da varsayabiliriz. Ancak esas problem, özelleştirmenin, ya da kamu şirketlerinin halka arzının, ne kadar başarılı bir şekilde yürütülürlerse yürütülsünler temelden hatalı olması ve işlemesinin mümkün olmamasıdır. Özelleştirmelerini 80'li yıllardan itibaren başlatan ve tamamlayan gelişmiş ülkelerde bugün yapılan altyapı ve kamu hizmetleri temelli tartışmalara bir göz atmak, bu bakımdan kafa açıcı olacaktır. Örneğin İngiltere'nin en büyük su ve kanalizasyon şirketi olan, tüm hanelerin yüzde 25'inin suyunu sağlayan ve Thatcher döneminde özelleştirilen Thames Water şirketinin hikayesi Finans insanları için ibretlik dersler taşıyor.
Klasik masallarla borçsuz olarak özelleştirilen şirket, 32 yılda 14.3 milyar pound borçlanarak İngiltere'nin en borçlu şirketlerinden birisi haline geldi. Bu süreçte hiçbir altyapı yatırımı yapmayıp, onun yerine yatırımcılarına 7.2 milyar pound temettü ödemesi yaparak bugüne kadar gelen Thames Water, bugün İngiliz siyasetinin en can sıkıcı konularından birini oluşturuyor. Zira şirket borçları sebebiyle çok ihtiyaç bulunan altyapı yatırımlarını yapamıyor, şirketin hissedarları olan yatırımcılar ise su faturalarına yüzde 40'lık bir zam yapılmaması halinde şirkete nakit enjeksiyonu yapmayı reddediyorlar. Şu anda mahkemelik olan bu konu çözülmeye çalışılırken yenilenemediği için çürüyen kanalizasyon sistemlerinden Londra'nın göbeğinden geçen Thames nehrine düzenli olarak kanalizasyon sızıntısı yaşanıyor ve konu haber olmaya devam ediyor. Bu sadece tek bir örnek... (Ek not: İmamoğlu gibi henüz nispeten bagajsız olan ve Türkiye siyasetinde uzun yıllar tepeye oynamaya aday birisinin, henüz erken bir döneminde yapacağı benzer bir hata, özellikle de İstanbul halkının cüzdanına direkt olarak dokunacak bir hatanın yakasını bırakması kolay olmayacaktır.)
Devam ederek İGDAŞ için öne sürülmesi muhtemel bir başka argümanı ele alalım: Yapılan açıklamalara bakılırsa, İGDAŞ'ın halka arzının planlanmasının arkasında yatan sebebin finansman kaynağı yaratma isteği olduğu anlaşılıyor. Eğer amaç finansman kaynağı yaratmaksa, bunun kamu şirketlerini satmaktan daha mantıklı yöntemleri var, şüphesiz ki bir Finans insanı olan İBB Mali Hizmetler Daire Başkanı bunu biliyordur. 10 milyar dolarlık değerlemesi ve yılda yaklaşık 1 milyar dolarlık geliriyle büyük yatırımcıların ağzını sulandıran İGDAŞ gibi bir şirketin kaynak yaratmakta zorlanması pek akla yatmıyor. Tahvil ihracına hazine izin vermiyor desek -ki bu konuda yapılacak bir siyasi mücadelenin özelleştirmeden kat kat daha popüler olacağına şüphe yok- bu ölçekte bir şirketin finansman bulmak için halka arzdan önce başvurabileceği birçok yöntem olduğu aşikar. Dolayısıyla bu argümanı da yutmak kolay değil.
Dolayısıyla dönüp dolaşıp bu halka arz/özelleştirme sevdasının ideolojik olduğu sonucuna varıyoruz. Zaten Finans insanı İBB bürokratının Bloomberg'e gerine gerine kullandığı ifade de aslında bize bunu anlatıyor: "Belediyenin yalnızca belediye işlerine dönmesi gerekiyor."
Öncelikle elektrik, su, doğalgaz gibi en temel hizmetler belediye işi değilse belediyenin işi tam olarak nedir belediye bürokratlarına bir sormak gerekiyor. (Bu mantıkla gideceksek, belediyeleri tümüyle özelleştirip başkanlığı ihalede en yüksek teklifi veren partiye verme fikrinin de değerlendirilmesini isterim.)
Kaldı ki, belediyeler sadece belediye işi yapacaksa, İmamoğlu'nun en popüler hizmetlerinden birisi olan, ve hatta seçim sonuçlarına direkt etkisi olduğu konuşulan Kent Lokantalarını tam olarak nereye yerleştirmek lazım onu da bilemiyorum. Finans insanlarına sormak lazım sahi, lokanta açmak belediye işi midir? Stratejik önemi daha zımni fakat daha büyük olan İGDAŞ'ı satıp, vatandaşın doyması için lokanta açan bir belediyenin ideolojik pozisyonunu iktidarın popülizminden nasıl ayrıştıracağız?
Amaç bağcı dövmek değil üzüm yemek olduğundan retorik sorulara gömülmenin anlamı yok. Türkiye'yi dönüştürmeye talip olan İmamoğlu'na İGDAŞ özelinde verilmesi gerektiğini düşündüğüm mesaj çok açık:
Şahıslardan bağımsız olarak, 2024 yılında 'Belediye temel işine baksın, gerisini özelleştirelim.' diyebilen birisinin dünyadan haberi yoktur. Bu zihniyet artık eskiyen ve dünyadan temizlenmekte olan neoliberal öğretilere saplanıp kalmıştır. Kapitalizmin evriminden, gelişmiş ülkelerin altyapı sorunlarından, batının geçirdiği politik, ekonomik ve endüstriyel dönüşümden, Küresel Güney'in başkaldırısından, re-shoring'den, friend-shoring'den habersizdir. Bu zihniyetteki kişilerle bir ülke ve ekonomi dönüştürülemez.
Konu sadece İGDAŞ ya da belediye konusu değil, bir zihniyet, bir ideoloji meselesidir. Belediyenin kaynağa ihtiyacı olabilir, İGDAŞ gibi bir değeri daha verimli kullanmak istiyor olabilir, yerel yönetimlerle ilgili farklı vizyonlar denenebilir, hiçbir şey taşa yazılı, değiştirilemez, tartışılamaz değildir elbet. Ancak büyük mücadeleler sonucunda kazanılan ve elde tutulan Türkiye'nin en büyük şehrinin tek tek elle seçilen kadrolarının sorunlara getirdiği çözümler AKP'nin yirmi yıllık girişimlerinden farklı olamıyorsa ortada bir problem var demektir.
İmamoğlu ya da başkası, eğer ülkeyi dönüştürmeye talipse, çevresindekileri de önüne gelen her probleme elli senedir denenen eski çözümleri fırlatmak dışında bir vizyonu olan kişilerden seçmesi, fiziken ne kadar genç olursa olsun kafası eski olanları temizlemesi gerekiyor. Türkiye'ye talip olan bir ekibin AKP kadrolarına kıyasla daha iyi olması yetmez, Türkiye'yi dünyayla rekabet edecek seviyeye taşıyabilmek için farklı düşünen, yeniliklere açık, eski ezberleri bozacak cesarete sahip olan, problemlerin bagaja dönüşmesini engelleyebilecek birileri gerekiyor... Sonra duymadım olmasın.