Bu açıdan, Sezgin Tanrıkulu'yla görünür olan bu anomalinin sonuçları üzerinden bir omurga refleksiyle ona kızmak ya da savunmak, kişisel, insanı bir dışavurumdan başka bir anlam ifade etmez. Bu açıdan siyasete yeni bir ufuk çizgisi çizme iddiasında olanların bu hedefe ulaşabilmeleri için toplumu bloke eden mevcut siyasi değerler zinciri üzerine kurulu bu zihin oyununu çözme iddiası yetmiyor, bu iradeyi taşımaları da gerekiyor. Eğer zaten bu başarılabilirse, etnik kimlik mücadelesi merkezli partiler zincirinin son halkası olan YSP'nin, benim de katıldığım, şu 'Türkiye siyasetinin son kırk yılında başat aktör olduk, bundan sonra da belirleyici olacağız.' tespitlerinin nedenini ve nasılını tartışmamıza gerek kalmayacak şekilde siyaset fikren ve fiilen şeffaflaşır, akıl ve bilimi reddettiren mezhep, dil ve etnik kimlik sarmalından çıkılır ve kimin hangi yöntemleri kullanarak nereye varmak istediği netleşir.
Bu başarılabilirse eğer, yani siyasetin zihni kolonlarının kimlik ve mezhep temelli bloke edilerek enfekte edilmesi önlenebilirse, 'Bir CHP milletvekili olarak Sezgin Tanrıkulu Atatürk'ün ordusu hakkında böyle nasıl konuşur?' ya da 'Kimlik temelli bir motivasyona sahip bir parti, 80 milyon insanın yaşadığı, bölgenin ve dünyanın önemli bir kavşağında bulunan büyük bir devletin son kırk yılında nasıl başat aktör nasıl olabiliyor?' tartışmaları da siyasetin gündemini meşgul edemeyecektir.
Aksi halde ise, yani siyasette aklı, bilimi, insanı, toplumu, gelişmeyi ve kalkınmayı referans alan yeni bir ufuk çizgisi çizilemezse eğer, mevcut tasarımcıların göçmenler, güvenlik, tarikatlar, mezhepler, milliyetçilik, popülizm gibi kavramlar üzerinden yeni seçmen blokları oluşturabilmek için yeni bir opsiyon zinciri kuracaklarını düşünüyorum. Mevcut seçmen bloklarının partiler arasında kontrolsüz geçişinin düzenleri açısından tehlikeli olduğunu düşünen egemen güçlerin bunu (önümüzdeki yerel seçimlere yetiştirebilirler mi bilmiyorum) 2024 ve sonrası için gerçekleştirebilmek adına harekete geçerek uzun zamandan bu yana CHP'de belirli bir mezhebin etkili olduğu, Sünni tarikatların devlette yeni pozisyonlar ele geçirerek etki alanlarının genişlettiği, Erdoğan'ın önümüzdeki seçimlerde aday ol(a)mayacağı tartışmalarıyla gündem oluşturup, seçmen kitlelerinin de buna hazırladığına dair emareler çoğalmaya başlandı.
Bunun en açık ve sarsıcı etkisinin CHP üzerinden örnekleneceğini düşünüyorum. CHP'yi bir arada tutan kurucu değerlerinin bizzat bazı parti yöneticileri ya da birçok milletvekili tarafından mütemadiyen tartışma konusu yapılarak tabanın zihni omurgasına sürekli karışık mesajlar gönderilmesinin, zaten homojen olmayan parti tabanında büyük kırılmalara yol açma hedefi güdüyor olabileceğini düşünüyorum. Zaten, Sezgin Tanrıkulu'nun açıklamasının en büyük etkisinin CHP'liler arasında görülmesi sebebiyle bu tercihi yapanların hedefi on ikiden vurduklarını söyleyebiliriz...
Bu tercihin nedeni, CHP'yi ve CHP tabanını bir arada tutacak en etkili gücün partinin kuruluş kodları olduğunu, laiklik, yurtseverlik, vatanperverlik, cumhuriyetçilik, halkçılık, devrimcilik, kamuculuk gibi bağımsızlık odaklı bir ekonomi politik eksen yönelimi halinde hangi parti iş başına gelirse gelsin iktidar erkini ellerinde bulunduran bir avuç sermayedarın kontrolündeki mevcut siyasi iklimin bozulacağını bilen egemenlerin, CHP üzerinde neoliberalizmin çizdiği sınırlara razı olan sosyal demokrasi üzerinden kurdukları neoliberal bağımlılık zincirinin kopacağını, koparılacağını ve böylelikle de ülkenin kırk yıldan bu yana kimlik ya da mezhep temelli politikalarla gündemin bloke edilerek gerçek sorunların tartışılması ve çözüm iradesini ortaya koyacak, halkçı, kamucu, bağımsızlıkçı, cumhuriyetçi politik bir hattın kurulması önünde engel olmaya çalıştıkları ve bunda da başarılı oldukları açık bir gerçek...
Bu gelişmelerin ışığında, yoksulluğu yaratan politikaları savunup onu gizleyen mekanizmanın (kimlik ve mezhep) dişlilerini oluşturarak kim hangi partiye oy verirse versin aynı sonucun ortaya çıkmasına neden olan ve böylelikle de rasyonel gerçeklikten kopartılan seçmeni aldatan tarafta mı olacağız, yoksa yoksullaşmanın nedenini ve buna karşı mücadele dinamiklerini ortaya koyacak bir hat tarifi mi yapacağız?
Yani mesele, bu sömürü mekanizmasının kırıcısı mı yoksa destekçisi mi olduğumuz tercihinde yatıyor...
Bizim safımız belli.