AKP'nin bu girişimi, şimdiye kadar kendi iktidarının da toplumsal zeminini oluşturan bu büyük kitlenin rızasını dahi kaybetmesini sağlama ihtimalini barındıracağından, iktidar karşıtı bir güç birikimi için tetikleyici vazifesi de görebilir. AKP iktidarının yeni bir yaşam formatı planı olduğuna ilişkin iddiaları şimdiye kadar dikkatle izleseler de buna inanmayan veya şimdiye kadar bunun gerçekleşme ihtimalini görmeyenlerin ya da bu iddialara kaynaklık eden zincirin belirtisi olayların zihinlerindeki sınırları henüz aşmamış olması sebebiyle yaşam tarzlarının tehlikede olmadığını düşünenlerin, bu çağrıyı kendi stabil yaşamları açısından bir alarm olarak değerlendirmeleri halinde, geniş bir meşruiyet alanı çizdikleri iktidar için bunu daraltmaya başlamaları iktidar için öldürücü darbenin ilk taşı anlamına da gelebilir. Bunun olup olmayacağını tartışma ilerledikçe daha yakından izleme şansımız olacak.
Biz, bölgemizi etkisi altına alan karanlığın bizim de üzerimize daha fazla çökmemesi ve ülkemizde, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetin halkçı, kamucu, devrimci değerler bütünüyle refah dolu bir gelecek mücadelesi verirken, bu esnada etrafımızdaki dünya da yavaş yavaş değişmeye ve dönüşmeye devam ediyor. Çok değil birkaç sene önce hayal dahi edilemeyecek gelişmeler her gün gazete sayfalarını süsler hale geldi. ABD'de otomotiv işçilerinin ve sağlıkçıların grevleri, Amazon, Starbucks gibi büyük şirketlerin çalışanlarının sendikalaşma girişimleri, teknoloji devleri Google ve Apple'a açılan rekabet soruşturmaları, farklı Avrupa ülkelerinde şirketlerin fırsatçı karlarına ek vergilerin getirilmesi furyası derken dünya şirketlerin dizginlendiği, sendikaların tekrar sahneye çıkmaya başladığı yeni bir dönem başladı...
Tabii bunlar yeni değil, aksine çok eski mücadeleler ama bu eski mücadelelerin arasında artık pek alışık olmadığımız yenilikler de göze batıyor. Örneğin ABD'de bir süredir gündemin tepesinde yer alan otomotiv işçileri grevine yalnızca sendikalar ve politik skalanın 'sol'undaki siyasetçilerden değil, merkezden ve hatta sağdan dahi destek yağıyor. ABD Başkanı Biden'ın grevdeki işçileri ziyaret ederek 'işverenlerin rekor karlarının, rekor toplu sözleşme zam oranlarıyla işçilerle paylaşılması' gerektiğini söyleyerek desteğini açıklaması, sendika, grev gibi sözcükleri duyunca titreme nöbetine giren Cumhuriyetçi partiden dahi çok sayıda senatörün greve destek vermesi ABD'de pek görülmüş şeyler değil.
Bu değişimin de basit iki açıklaması var pek tabii ki: Birincisi, gelir adaletsizliği sebebiyle sistem o kadar sıkıştı ve sertleşti ki, baskı ve propaganda ne kadar sert olursa olsun karşı tepkiler kaçınılmaz hale geldi; merkez kontrol altında tutulsa dahi tepkiler aşırı uçlardan yüzeye çıkıyor ve dünyayı, siyaseti, ticareti belirsizliklere sürüklüyor. Dolayısıyla kapitalizm her zaman çok iyi yaptığı bir şeyi yaparak kendini koruma refleksiyle değişmeye başladı. Direnç tabii ki var, ancak kırılıyor.
Değişimin ikinci ve daha önemli sebebi ise jeopolitik: Çin'in ABD hegemonyasına bir tehdit olarak ortaya çıkması, dünyada ekonomi politiğin kurallarının yeniden yazılması ihtiyacını doğurdu. Jeopolitik çekişmeler sebebiyle üretimin Çin'den çıkartılarak gelişmiş ülkelere geri döndüğü, dönmek zorunda olduğu günümüz dünyasında emeğin gücü de giderek artıyor, artacaktır. Gerçek ücretlerin artma eğilimine girdiği, güçlü sendikaların olduğu, üst sınıfa servet transferinin yavaşladığı ve hatta tersine döndüğü bir döneme giriyoruz.
Zira Çin'in Dünya Ticaret Örgütü'ne katılmasından itibaren geçen son 20 yılın öyküsü, devlet kapitalizmi ve serbest piyasa kapitalizminin mücadelesidir. Bu mücadeleden Çin'in devlet kapitalizminin galip olarak çıkması, serbest piyasa kurallarının yeniden gözden geçirilmesi ihtiyacını da beraberinde getirdi. ABD'nin değişerek planlamacı ve korumacı ekonomik politikalara yönelmesi de, onyıllar boyunca siyasette merkezin de merkezinde duran Biden'ın birden sendika ve işçi sevdalısı kesilmesi de, anti-komünizmin (yalnızca mecazen değil gerçek anlamda dahi) kitabını yazmış olan Cumhuriyetçilerin sendika etkinliklerinde görünür olmaya başlamaları da bundandır.
ABD'nin problemi komünizmle değil, hegemonyasına karşı olan Sovyet tehditiyleydi. Tehditin artık komünizmden değil kapitalizmden geldiği günümüzde ABD'nin gerektiğinde ‘komünizmi dahi kendisi getirebilecek!’ kadar esnek ve pragmatik olabileceğini yaşayarak görüyoruz ve daha fazlasını da göreceğimizi düşünüyorum. (Kapitalizmin gerektiğinde ne kadar 'komünist' olabileceğine inanmayanları sigorta ve reasürans sektörünün işleyişine, kapitalizmin çekirdeğinde riskin ve zararın nasıl dağıtılarak 'komünal' bir hale getirildiğine bir göz atmaya davet ediyorum.) Kısacası, tüm bu şartlar altında, yüz yıldan fazladır solun savunduğu fikirlerin ana akıma sirayet edeceği bir dönem başlamış durumda. Artık soğuk savaş döneminin anti-komünist baskısının altında yaşamıyoruz: Dünya yeni bir dünya, nesil yeni bir nesil ve kitlelerin çıkarını savunan bu fikirlerin kontrol edilemez bir yangın gibi yayılmasına şahitlik edeceğiz. Dünyanın içinde bulunduğu bu türbülans içerisinde kendini yeniden inşa edebilen, pazarlama tabiriyle yeniden markalandırma (rebranding) yapabilen ve bu fikirleri bir hikayeye dönüştürerek kitlelere sunabilen her siyasi parti/figürün iktidar şansı olabilecektir.
Tekrar Türkiye siyasetine dönecek olursak, yorgun ve içten çürümüş olan AKP'nin bu değişen şartlarda un ufak olması küçük bir dalgalanmaya bakıyor. Erdoğan'ın patronlarla olan karşılıklı sevdası, bu yeni dünyada onu ve partisini zayıflatmanın anahtarı olarak önümüzde duruyor. İşin bu kısmı uzun yıllardır açıkça ortada olduğu için üzerinde durmaya pek gerek görmüyorum. Esas üzerinde durulması gereken kısım, ana muhalefet CHP'nin, yöneticilerinin, belediyelerinin işverenler lehine grev kırıcılığı yapmaya varacak kadar çamura batmış olması ve içinde yaşadığımız yeni dünyayla çelişir halde bulunması.
Peyami Safa'nın batılı modern zümreyle muhafazakarlar arasındaki çelişkileri anlattığı Fatih Harbiye romanının AKP Türkiye'sindeki karşılığı, sosyolog ve yazar İrfan Özet'in bahsettiği Fatih-Başakşehir arasındaki sınıf çatışmasıdır. Erdoğan seçmeninden oy almanın anahtarı muhafazakarlara ‘sevimli’ görünmek değil, gelir adaletsizliğinin yarattığı Fatih-Başakşehir çatışmasının sebeplerini ve sonuçlarını doğru analiz etmek, Başakşehir'in kibrine karşı Fatih'in emekçilerinin yanında durmaktır. İmamoğlu'nun son yerel seçimlerdeEsenyurt, Bağcılar, Sultangazi, Esenler gibi ilçelerde süpürdüğü oyların sebebi bizzat Erdoğan seçmeninin Başakşehir'e ve onların AKP’sine duyduğu öfkedir. Bu yeni dünyada siyasetin kazananı, bu öfkeyi siyasete çevirebilenler olacaktır. Bugünün CHP'si ise, kimiz zaman bilinçli kimi zaman da rüzgara kapılarak kendi kurduğu cumhuriyeti ve gerçekleştirdiği devrimleri dahi savunamayacak şekilde savrulmaya devam edecek olursa, yani bu haliyle, korkarım ki yukarıda yaptığımız yeni anayasa tartışmalarına türlü gerekçelerle destekçi bile yapılabilir. Bu da cumhuriyetin tabutuna son çiviyi kurucusuna çaktırmaktan başka bir anlam ifade etmez.
Şüphesiz ki CHP seçeneksiz değil. Ayrıca, bu toprakların sol ve sosyalist birikimi CHP'den de bağımsız olarak zamanın ruhunu yakalayacaktır, ancak merkez siyasetin de bu yeni dünyadan kaçamayacağını göreceğimize inanıyorum. Zira zaman mefhumunun en önemli özelliğidir, siz ne yaparsanız yapın akıp geçer ve beraberinde her şeyi sürükler.
Bu akıntıya kapılıp boğulmak mı, yoksa akıntının gücünden yararlanarak enerji üretmek mi, tercih budur.