İstanbul İstiklal caddesinde dün patlatılan bomba, bu yazıyı yazarken henüz gerekçesi resmi olarak açıklanmadığı için kayda geçirmek açısından söylüyorum, eğer bir terör saldırısıysa, başka biçimlerini her gün yaşayıp gözlediğimiz iktidar mücadelelerinin en alçakçası. Bu saldırı en kuvvetli biçimde kınanmalı.
Patlatılan bombalarla masum insanların canı alınsa veya yaşamla ölüm aralığında kalmalarına neden olacak şekilde yaralananlar olsa da; bunu planlayan ve yapanların asıl beklentileri kitlelerin zihinlerini karıştıracak düzeyde bir etki yaratması.
Bu beklentiye (zihinlerin karışması, doğru ve yanlışın iç içe geçmesi hali) dayalı iktidar mücadeleleri kitleleri bombayla, silahla, katliamlarla hedeflerine uygun düşünce kalıbına/biçime sokmaya çalışsa da, geçmişte yapılan bu tür saldırılardan gerekli dersleri yeteri kadar çıkardığımızın ve terör saldırılarının beklediklerini ve amaçladıklarını gerçekleştirmeye yetmeyeceğinin farkına varmaları gerekiyor. Bunu bir ön not olarak buraya düşmek isterim.
Ne yazık ki işin özüne, yani iktidar mücadelesine dönmek gerekirse, Cumhurbaşkanı Erdoğan son aylarda içeride ve dışarıda yaptığı hamlelerle seçimlere asılacağı ve kolay kolay teslim olmayacağı yönünde kuvvetli işaretler ortaya koysa da, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu korkusu, eğer muhalefet kartlarını doğru oynarsa, Erdoğan'ın kendi hamleleriyle kendi sonunu hazırlaması potansiyelini taşıyor olabilir.
Temelde gerçek hayatın bir yansıması olarak kabul edebileceğimiz edebiyat ve sinema tarihi, bu tür kendi kendini gerçekleştiren kehanetleri konu eden hikayelerle doludur. Güç sahibi, gücüne tehdit olarak gördüğü kişiyi rakip olarak işaretler, bu şekilde o kişiyi gerçekten rakibi haline getirir, korku ve endişeyle yaptığı hatalar sonucu rakibini, kendisini alt etmesini sağlayacak güçlerle donatır. Yani kendi kehanetini hamleleriyle kendisi gerçeğe dönüştürür. İmamoğlu'nun yargılandığı dava bunun potansiyel bir örneği.
Ülkemiz öteden beri, savcıların siyasetin ihtiyacına göre iddianame hazırladığı, buna göre karar verecek yargıçların bulunup ilgili mahkemede görevlendirdiği bir sisteme sahip. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle. Herkes, bir çırpıda, buna ilişkin sayısız örnek sayabilir.
Hal böyleyken, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun yargılandığı ve siyasi yasak alma ihtimalinin bulunduğu davanın da buz gibi siyasi bir öfkenin tezahürü olduğu açıkça ortada duruyor. Davanın yalnızca açılmış olması değil, mahkemenin önceki hakiminin sürülmesi üzerine yayılan söylentiler ve yeni hakim üzerindeki muhtemel baskılar da İmamoğlu'na siyasi yasak getirmek gibi somut bir amaç olduğu, en azından buna gelecek tepkilerin ölçüldüğü şüphelerini kuvvetlendiriyor.
Burada gelecek olan en önemli tepki şüphesiz ki, İmamoğlu'nun kendi partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun tepkisi olacaktır. Dava siyasi olduğu için, verilecek yanıtın da yalandan kınamalar ve diz dövmeler yerine bilinçli bir siyasi tepki şeklinde olması gerektiğini, bu şekilde Erdoğan’ın kehanetinin korkusuyla yaptığı hataları cezalandırabilecek ve endişelerini gerçeğe dönüştürebilecek bir siyasi balyoz etkisi yaratılabileceğini düşünüyorum.
Bu sütunlarda, yaklaşık iki yıldan bu yana, Erdoğan'ın iktidarı bırakmamak için elindeki bütün araçları (Asker, polis, Tank, Top, İHA, SİHA, MİT, SADAT, Yargı, Hazine gibi...) kullanacağını yazıyor ve merkez muhalefeti de buna karşılık siyaset üretemediği ve onu koltuğundan indirebilecek örgütlüğü sağlayacak bir değerler bütünü oluşturamadığı için eleştiriyorum. DEVAMI YARIN