CHP Grup Başkanvekilleri Engin
Altay, Engin Özkoç ve Özgür Özel›in
ortak imzasıyla TBMM›ne TELEKOM
üzerinden yapılan talanın ve sorumlularının
ortaya çıkarılması amacıyla verilen
Meclis Araştırması istemi vesilesiyle
geriye dönük olarak geçilen önemli
kavşaklarda yaşanılanları hatırlatmak
amacındaydım.
Bu konuda hazırlanan yasanın
(24.11.1994) ilk halini, ardından Anayasa
Mahkemesi›ne yapılan itirazları ve
dayanakları ile yapılan özelleştirmelerin
iptaline ilişkin mahkemenin gerekçelerini
okuyup araştırdım. İlk özelleştirme
dalgasının Kamu İşletmeciliği Geliştirme
Vakfı (KİGEM) tarafından toplamda
açılan 105 dava ile yavaşlatıldığını,
ancak 1999 yılında Anayasa›da yapılan
değişikliklerle ‹aykırılık› nedeniyle verilen
iptallerin önüne geçilişine tanıklık ettim.
O dönemde Prof. Dr. Mümtaz
Soysal, Prof. Dr. Korkut Boratav, CHP
eski Genel Başkanlarından eski Harbiş
Genel Başkanı İzzet Çetin ve bir de eski
CHP Genel Başkan Yardımcılarından
Prof. Dr. Birgül Ayman Güler ile bir çok
meslek örgütü ve sendikalar, çok değerli
siyasetçi ve bilim insanlarından KİGEM
çatısı altında bir savunma hattı kurarak
özelleştirmelere karşı iki temelli direnç
merkezi oluşturmuş ve buradan ciddi
engellemeler yaratmıştı.
KİGEM›in itirazlarının yasal dayanağı
Anayasa›ya aykırılıktı. 4046 sayılı özelleştirme
yasasının Anayasa›da dayanağının
bulunmaması ve yapılan itirazlarda
yararlılık şartının aranmaması ilk özelleştirme
dalgasını kırmıştı.
Zaten yasanın düzeltmelerinin yapıldığı
2001 yılında muhalefette olan
Fazilet ve Doğru Yol Partileri ile yine
yasanın düzeltme ve yürürlük tarihi üzerine
düzenlemelerin yapıldığı 2005 tarihli
meclis çalışmalarının yer aldığı TBMM
tutanaklarını incelediğimde gördüğüm,
özelleştirme histerisinin hem iktidarı
hem de muhalefeti sardığı, itirazların
özelleştirmeye değil, nasıl yapılacağına
ilişkin odaklandıklarıydı.
Bu konuda genelde Fazilet/AKP bloğu,
özelde Bülent Arınç ilginç bir örnek.
Pozisyonlanmaları tam 180 derecelik
bir açıyla tarif edilmeli. O dönemde bu
konuda TBMM›de görev yapan Osman
Coşkunoğlu, Tacidar Seyhan, İzzet Çetin
ve Bülent Baratalı sorunun biçimine,
şekline değil özelleştirmenin politik olarak
karşısında konumlanan karşı çıkışlar
yapıyorlar. 2001 DSP›si ise Kemal
Derviş›in adeta tutsağı rolünde.
CHP sözcüleri, Meclis Araştırması
üzerinden büyük yıkım politikasının bir
parçası olan TELEKOM meselesinde
kazıyı ne kadar derine indirirler ve bunun
uluslararası düzenin parçası olduğu
gerçeğini halkla paylaşırlar mı bilmiyorum.
Meclis Araştırması istemi gerekçesinde
sadece sonuçlar ve sorumluların
tespitinden bahsetmişler. Belki konuyu
TBMM›de derinleştirebilirler.
Eğer öyleyse, NATO Genel Sekreteri
Stoltenberg›in yeni görevi bunun için harika
bir fırsat sunuyor. Bu görevlendirme,
son 40 yıldan bu yana sürdürülen soygun
ve sömürü mekanizmasının zincirini
oluşturan halkaların meselenin sadece
ülkemize özgü bir ekonomik karar ve bu
süreçte yaşanan bir soygun olmadığını
bir kez daha açığa çıkarıyor.
Bu bir başka gerçeği bir kez daha
açığa çıkaracak; yaşanılan ekonomik
yıkımı ve bunun yarattığı yoksulluğun
nedeni tek başına Erdoğan değil. Sadece
onu eleştirmek ve bunun gerekçesini
de Merkez Bankası, BDDK, Tütün, Şeker
gibi üst kurulların bağımsızlığının ortadan
kaldırılmasına bağlamak gerçeğin
üzerini örtmekten başka bir şey değil.
Yok, elbette Erdoğan›ın izlediği
politikaları savunmuyorum. Onun ve
uyguladığı politikaların iktidara geldiği
günden bu yana açtığı yaraları her zemin
ve fırsatta anlatan ve yazan birisi
olarak bütün bu mekanizmanın sadece
Erdoğan›ın başının altından çıkmadığını,
aksine, düzenin uluslararası bir sistem
ve Erdoğan›ın sadece bunu çalıştıran
aparatın ülkemizin başındaki kişi olduğunu
anlatmak istiyorum.
İşte o sistemin ana taşlarından birisi
olan NATO›nun başındaki Genel Sekreter
Jens Stoltenberg, 1,4 trilyon dolarlık
piyasa değeriyle dünyanın en büyük
varlık fonunu da yöneten Norveç›in Merkez
Bankası Başkanı olarak atandı.
Daha önce ülkesinde bir süre Maliye
Bakanlığı, 2000-2001 ve 2005-2013
yılları arası ise Başbakan olarak görev
yapmıştı.
Stoltenberg›in ilginç bir kariyeri var!
1996 yılında kendisini Maliye Bakanı
olarak atayan Jagland ve tüm hükûmet
üyeleri istifa ettiğinde o istifa etmeyerek,
17 Ekim 1997 yılına kadar bu pozisyonda
görev yapmakla kalmamış, daha
sonra da parti lideri olmadığı halde
(Genel Başkan Yardımcısı) 3 Mart 2000
tarihinde Norveç başbakanı olarak tayin
edilmişti.
Elbette ne NATO uluslararası düzenin
tek aracı, ne de Stoltenberg tek
memuru.
Zincirin halkasına bir başka örnek;
2006/2011 yılları arasında İtalya Merkez
Bankası Başkanlığı, 2011 ile 2019 yılları
arasında Avrupa Merkez Başkanlığı
yapan Mario Draghi. 2021 yılından bu
yana da İtalya Başbakanlığı yapıyor.
Aslında bu dönem Cumhurbaşkanı
yapılması tasarlanmıştı
ama bir anlaşmazlık çıkınca mevcut
Cumhurbaşkanı›nın iş başında kalmasında
anlaşıldı ve Teknokrat Başbakanlık
görevini sürdürüyor.
Bir başka önemli araç ise IMF.
Önemli örneklerden birisi de Dominige
Strauss-Kahn›ın yerine IMF başkanlığına
atanan Cristine Lagarde.
ABD Hazine Bakanı Timthy Geithner,
Lagarde›ın «olağanüstü yeteneği
ve geniş deneyiminin, küresel ekonomi
için kritik bir zamanda bu vazgeçilmez
kurum için paha biçilmez bir liderlik
sağlayacağını» söyleyerek atanmasında
ABD›nin destek verdiğini açıklamıştı.
Lagarde 2 Temmuz 2019›da Mario
Draghi›nin yerini almak üzere ECB›nin
(Avrupa Merkez Bankası) bir sonraki
başkanı olarak görevlendirildi.
Geçerken hemen hatırlatmalıyım ki,
Lagerdan›nın selefi Strauss-Kahn›ın başı
görev süresince açılan taciz davalarıyla
ağrısa ve istifasını da bu nedenle verse
de daha sonra mahkemelerde aklandığı
biliniyor. Kahn›ın görevi sırasında
IMF’nin dünyanın rezerv para birimi
olarak doların olası ikamesi için (Ocak
2011 tarihli) küresel finansal sistemi
istikrara kavuşturmak için özel çekme
haklarına (SDR) daha güçlü bir rol verilmesine
dönük bir rapor yayınlanması
ile istifaya zorlanması arasında bir bağ
olup olmadığı bilinmiyor.
Rapora göre, SDR›lerin genişletilmiş
rolü, uluslararası para sistemini istikrara
kavuşturmaya yardımcı olabilir. Ayrıca,
çoğu ülke için (para birimi olarak ABD
dolarını kullananlar hariç), petrol ve altın
gibi belirli varlıkların fiyatlarını dolardan
SDR›lere çevirmenin çeşitli avantajları
olacaktır. Bazı yorumcular için bu, «doların
egemenliğine meydan okuyacak
yeni bir dünya para birimi» çağrısı anlamına
geliyordu.
Uluslararası düzenin, araçları olan
kurumları yönetmek için seçtiği memurlardan
en ilginçlerinden birisi de hiç
kuşkusuz Mark Carney.
Carney (2008-2015) Kanada Bankası
Başkanlığı ve aynı zamanda 4 Kasım
2011›de de Basel›deki Finansal İstikrar
Kurulu başkanlığına da getirildi. 26
Kasım 2012 tarihinde de İngiliz Maliye
Bakanı George Osborne, Carney›nin
İngiltere Merkez Bankası Başkanı olarak
atandığını duyurdu. Carney, İngiltere
Merkez Bankası’nın 1694›te kurulmasından
bu yana bu göreve atanan ilk İngiliz
olmayan kişiydi
Carney, Mart 2020›de İngiltere Merkez
Bankası başkanlığı görevinden ayrılmaya
hazırlanırken Birleşmiş Milletler
iklim eylemi ve finans özel elçisi olarak
atandı.
Elbette IMF ve Dünya Bankası gibi
dünyayı tek elden tek ekonomi politiğin
pençesinde tutarak milyarlarca insanı
yoksullaştıran düzenin araçları kadar
tanınmasa da, 2009›da Mali İstikrar
Kurulu, sonradan değiştirilen adıyla Finansal
İstikrar Kurulu da bu sömürünün
düzenleyici ve denetleyici kurumlarından
en önemlilerinden bir tanesi.
Görevi, sistemi korumak ve piyasaların
işleyişini düzenlemek. Bu politikaların
ulusal yargı ve ulusal resmi kurumlar
tarafından uygulanmasını zorunlu kılan
mekanizmayı kurmak ve denetlemek.
Zaten IMF, Dünya Bankası başkanlıkları
ve Avrupa Merkez Bankası Başkanlığı
ile dünyanın en büyük Merkez Bankası
FED ile yine dünyanın en büyük varlık
fonu ile ihtiyaç duyulduğunda bir kaç
ülkenin merkez bankası başkanlıklarına
aynı kişilerin getirilmesi bunun çarpıcı
bir örneği.
Her demde bağımsızlığından söz
edilen Merkez Bankası ve düzenleyici
bir kurum olarak gösterilen BDDK ise
aslında ipi bu isimlerin kontrol ettiği
uluslararası finans kapitalin elinde olan,
teşbihte hata olmazsa, bekçi köpekleri.
Başa dönerek bitirelim; CHP sözcüleri
özelleştirmelerin büyük bir soygun
mekanizmasının sadece bir aparatı
olduğunu gösterip buna karşı halkçı,
kamucu bir politik aksı mı savunacaklar
yoksa sadece kimin ne kadar çaldığı ve
kiminle yediği ile mi ilgilenecekler?