Deprem vurduğunda, felaketin yaşandığı 10 ilden biri olan Adana’da, 11 katlı bir apartmanın ikinci katında uykudaydım. Sarsıcıydı. Daha birincisinin şokunu atlatamadan artçıları, sonra da ikincisi geldi.
Büyük bir korku yaşamadık diyemem ancak panik yapmadık. Zira oturduğumuz bina yapılırken binanın mimari projesini çizen mimarı, elektrik, betonarme, statik planlarını yapan mühendisleri ve bunları da harfiyen uygulaması gereken müteahhidi bulup tanışmış, inşaat sürecini de yakından izlemiştim. Zaten hem mimar, hem müteahhit hem de arsa sahipleri ile aynı binada oturmaya devam ediyoruz. 1998'de yaşanan 6.3 şiddetindeki Ceyhan/Adana depremini de atlatan binada şimdi iki büyük sarsıntı ve bir çok artçıyı yaşamamıza ragmen en küçük bir sorun görünmüyor. Teknik denetimleri geçerse aynı binada yaşamaya da devam edeceğiz.
Şu an Türkiye’de yaşanan tarifsiz dramlar ve acıların arasında önemsiz görünen bu Japonya-vari ayrıntıları anlatmamın nedeni; bu kadar acıyı, onbinlerce çürük binayı, binlerce vicdansız ve ahlaksız müteahhiti, bürokratı ve diğerlerini durmaksızın üreten bu düzende dahi, birazcık bile olsa dikkat ve özen gösterilebilseydi bu insanlık suçlarının işlenmesine bir nebze de olsun engel olunabileceğini düşünmem. (Düzen dışı içinse Prof. Dr. Erhan Nalçacı'nın Cumartesi günü Sol'da yayınlanan 'Depreme sosyalizmde yakalansaydık' yazısını okumanızı tavsiye ederim.)
Bir çok dost, arkadaş, akraba ve yakınımı kaybettiğim depremler ve sonrasında yaşanan yürek burkan hikayeler arasında benimkisi; evi yıkılan, göçük altında kalan ve hayatta kalabilmek için beslenme ve barınma ihtiyacı içinde olanlara yardım etme görevimi yerine getirmenin dışında, yani etrafımdaki diğer her şey mahvolmuş olmasa, günlük rutinimi dahi etkilemeyecek bir deneyimdi.
Binlerce binanın yıkılması, yüzbinlerce insanın bu yıkıntıların altında kalması, Erdoğan’ın dahi müdahalelerde geç kalındığını kabul etmesi, deprem bölgesinde yaşanan ve üzerinde yıllarca konuşulacak olan her şey, iktidarın acizliği, çürümüşlüğü ve kalan tek varoluş amacının bunu örtmek olması, gürültü, gürültü, gürültü… Her zamanki gibi meseleye günlük, anlık bakmak, tüm bu yaşananları izah etmeye yetmez, zaten yetmiyor da.
Bu deprem, bir kez daha, genel ya da yerel iktidarın siyasi ve bürokratik çarkının içinde olanların ne kadar kirlendiğini, sistemin ne kadar çürük olduğunu yüzümüze çarptı. Bu siyasi ve bürokratik mekanizmanın içinde olan tüm aktörlerin rüşvet ve iltimas yoluyla zenginleştikleri, yıllardır herkesin bildiği bir sır. Üstelik bu durumun iktidar partisine özgü olmadığı da sır değil. Problem, siyasetin sürekli imar barışı çıkaran siyasi partiler, garip garip imar izinleri veren belediye başkanları, yapı denetim usulsüzlüklerine göz yuman bürokratlar üretmesi, bunlara göz yumması, bunu engelleyecek mekanizmalara alan bırakmaması. (DEVAMI YARIN)