Kim kime ne demiş, niye demiş, o ne karşılık vermiş, yardım, erken müdahale, mucize, dram, olağanüstü hal, afet bölgesi... Kim haklı, kim haksız, öyle olmasaydı, şöyle olsaydı... Tüm bunlar yaşanan felaketin sonuçları. Yaşananların, tartışmaların, dramların 1999 depremiyle olan benzerliği yaşı yetenlerin dikkatini çekmiştir. Tek fark, iktidarın akla hayale sığmayan acziyetinin yol açtığı gecikmeler ve bunu örtmek için aldığı aksiyonlar. Bunun dışında en ufak bir farklılık yok, bir gram ilerleme kat edilebilmiş, en ufak bir değişim yaşanabilmiş değil.
Türkiye’de devletin, yerel yönetimlerin, siyasetin, siyasi partilerin ve bunlarla ilgisi ya da ilişkisi olan her mekanizmanın çok ciddi yapısal sorunları var. Bugün deprem bölgesinde yapılan kurtarma ve yardım çalışmalarıyla ilgili yaşanan problemleri direkt olarak AKP iktidarının hanesine yazmalıyız, ancak yaşanan yıkımın sebepleri çok daha derinlerdedir.
Peki, bundan sonra nereye gideceğiz? İlan edilen olağanüstü halin 'ihtiyaç duyulan' müdahalelerde bürokratik engellerden kurtulmak için alınan bir tedbir olduğu söylense de, aynı 15 temmuz sonrasında yaşandığı gibi bunun iktidarın işine yarar hale getirilmesi kuvvetli bir seçenek. Bu durum, düzen içi mücadele eden iktidar için bulunmaz bir fırsata dönüşecektir. Gelinen noktada, gerek iktidarın elinin altındaki bürokratik araçların, gerekse de iç ve dış meşruiyeti sağlaması açısından yargı mekanizmasının kullanılarak bunun etrafına örülecek güvenlik temalı kurgunun seçimlerde devreye sokulması beklenebilir.
Üniversitelerin uzaktan eğitime geçirilmesi kararını da bu kapsamda değerlendirilebiliriz diye düşünüyorum. Çünkü, bu kararın her ne kadar KYK yurtlarına depremzedelerin yerleştirilmesi gerekçesiyle alınmış olarak açıklansa da, asıl olarak, depremin de tetiklemesiyle ekonomik ve sosyal olarak sıkışmış kitlelerin öfkesinin alev topuna döndürebilecek kıvılcım potansiyeli taşıyan gençlerin memleketlerine döndürülerek, bir anlamda korkuyu daha ağır hisseden anne babalarının yanına gönderilerek, dolaylı bir kontrol mekanizmasının işletildiğini de düşünebiliriz.
Sonuç olarak, binlerce konutu yıkan, onbinlerce insanı öldüren ve milyonlarca insanı evsiz barksız bırakıp çadırlara sığındıran ya da başka yerlere göç ettirerek yurdundan yuvasından eden şey aslında deprem, depremin kapsadığı alan ya da şiddeti değil. Bu yıkımın asıl sebebi, tüm bu yaşananları önleyecek halkçı bir düzenin inşası için gereken iradenin ortaya çıkmaması, çıkarılamaması. Bu başarılana kadar, içim kan ağlayarak söylüyorum ancak ne yazık ki ölen öldüğüyle kalacak, yeni binalar yapılacak, yeni kârlar edilecek, yeni imar düzenlemeleri yapılacak, yeni servetler biriktirilecek...