'Tanrının dahi batıramayacağı' meşhur Titanik gemisinin battığı anlarda, bulabilen yolcular filikalara, bulamayanlar da okyanusun soğuk sularına atlarken, yaşanan tüm kaosun ortasında güvertedeki kemancıların şarkılarını çalmaya devam ettiği meşhur bir anektoddur.
Türkiye bir kez daha göz göre göre felakete sürüklenirken bu hafta ben de biraz keman çalayım diyorum:
Bundan birkaç yıl önce, henüz yeni doğmuş olan ve kendine yuva arayan bir sokak kedisine evimizi açtığımızda, Mesut Özil İngiltere Premier Lig takımlarından Arsenal'de harika maçlar oynuyordu. Biz de, her ikisinin yüzlerinin (bize göre) dikkat çekici benzerliğini göz önünde bulundurarak, sevgimizi paylaşıp çoğaltmak adına ona Mesut ismini vermiştik.
Mesut Özil dünya çapında bir yıldızken Fenerbahçe'ye gelince önce futbol oynamayı bıraktı, sonra da iç siyaset mekanizmasının bir aparatına dönüşüp, Başakşehir'e transfer oldu. Onu yeteneklerinin zirvesindeyken yeşil sahalarda izlemek bir zevkti, ancak kendisi yaşa takılmadan emekli olmayı tercih etti. Biz de elimizdeki/evimizdeki Mesut'umuzla bahçede kuş kovalamaya, arılara pati atmaya, kargalardan korkup saklanmaya; toprağı, çimleri, ağaçları, havayı koklayarak neler olup bittiğine dair merakımızı gidermeye ve hayatı yaşamaya devam ettik.
Kedi olan Mesut'un merakı başına olmadık işler açmadı da değil hani. Açık alanda heybetli bir karga ile karşılaşıp, irkilten sesini duyduğunda öyle bir küçülüp toprağa yapışıyor ki, sanırsınız yerde eriyor. Hele bir kuş peşindeyken sinekliği patisiyle açıp, ikinci katın penceresinden beton zemine düşme hikayesi var ki, hepimizin yüreğini ağzımıza getiren o korku dolu geceyi asla unutamıyoruz. Gecenin bir saatinde nöbetçi veteriner bulup, iç kanama var mı diye röntgen çektirip, başını çarpmış olabileceği için de 24 saat uyutmayarak ve uyumayarak başında beklememiz, kötü bir anı olarak hala hafızalarımızda...
Artık yeterli tecrübeyi biriktirecek kadar uzun yaşadığı için Mesut daha temkinli. Bahçede olup bitenler dikkat ve ilgisini çekmeye devam etse, kışın güneşli, yazları serin, gölge ve güvenli köşelerde; balkondaki saksıların üzerine serilip uçuşan kuşları, arıları, kelebekleri izliyor; kovalama işini abartıp başını belaya sokmak yerine, yanına çok yaklaşan olursa patisiyle uyarmakla yetiniyor.
Onunla beraber biz de büyüyor ve öğreniyoruz. Ondan sevgimizi esirgemesek de, onun enerjisine yetişmesi, günlük aksiyon ihtiyacına yanıt üretmesi ve beraber oynayarak büyümeleri için evimize bir kedi daha, bir can yoldaşı daha davet ettik. Onu da aynı Mesut'ta olduğu gibi yaşadığı sokaklardan alıp evimize çağırdık ve çok kısa bir süre içinde Mesut ile kardeş oldular.
Mesut ile yaşadığımız bütün deneyimlerin neredeyse aynılarını Çinko ile de yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Bir çok şeyi tecrübe etmesine rağmen Çinko hala öğreniyor, doğal olarak Mesut'un tecrübesine sahip değil. Yanından uçan sineği kalkıp kovalıyor, arılarla mücadeleye girip ısırılıyor, bir yaprak uçsa peşinden gidip yakalamaya çalışıyor. Şimdi en büyük beklentimiz, Mesut gibi bir yerden düşüp başına olmayacak bir dert açmadan onun da yeterli tecrübe seviyesine ulaşması. Kuşların, arıların ve kelebeklerin kanatları olduğunu ve uçabildiklerini, kendisinin ise bunu yapamadığını, bir yaprağın düşmesinin kırmızı alarma geçmesini gerektiren bir durum olmadığını; her şeyi tanımak için koklaması gerekse de oyuna ve uykuya da zaman ayırması gerektiğini zamanla öğrenecektir.
Aşıları, dertleri, tasaları için veterinere gitmenin bir olay olması, şişmanlamamaları ve işin tadını kaçırmamak için için her istediklerinde mama ve ödül maması vermediğimizde ya da o an istediklerini yapmadığımızda biraz gönül koymaları, evin içerisinde ev sakinleri olarak sürekli pusuya düşürülmemiz gibi küçük dramlar yaşansa da günün sonunda gelip kucağımıza sokulmaları, yatağın bir köşesine kıvrılıp, orada olmayı sevdiklerini çıkardıkları seslerle belli ederek uyumaları tüm bunları unutturan kazanımlar...(DEVAMI YARIN)