Bu sınıflandırma için işimiz kolay, çünkü seçim sistemi nedeniyle zaten partiler kurdukları/katıldıkları ittifaklarla bu resmi kendileri çizdiler. Bu resme göre de Sosyalist Güç Birliği dışında kalan tüm parti ve ittifaklar, kendi kendilerine çizdikleri sınırların içerisinde kalmayı kabullenmiş olduklarından, yani, toplumun geleceğinde söz sahibi olacak bir irade ortaya koymaktan daha baştan vazgeçtiklerinden dolayı bu seçimin asıl kazananı, içinde bulunduğumuz siyasi iklimin yaratıcıları ve buna uygun sınıflandırılmış mevcut siyasi düzlem. Bu açıdan seçimin kazananı Erdoğan, kaybedeni Kılıçdaroğlu (6'lı masa ve diğerleri) değil: Kazanan, yoksul on milyonların düzene meşruiyet kazandırmaktan öte bir işlevi olmayan siyasi partilere oy vermesine rıza üreten siyasi iklimdir demek, diyebilmek gerekiyor.
Seçim muhasebesi yapmaya niyetlenen CHP'nin neyi başarıp başaramadığından çok, bundan sonra neyi değiştirip neleri değiştirmeyeceklerine dair hedeflerine bütünlüklü olarak bakmalarını öneririm. Bu açıdan CHP'yi değerlendirirken partinin ülkedeki sorunların kaynağı olan ekonomik ve politik hattı değiştirmeye değil, onu meşrulaştırmak ve yalnızca biraz makyajla kendisine çizilen sınırlar içerisinde kalmayı kabullenen mevcut politik çizgisini ve siyasi iradesini tartışmak gerekiyor.
Sahi, Erdoğan'ın Hazine ve Maliye Bakanı olarak atadığı Mehmet Şimşek, Millet İttifakı'nın önerdiği ekonomik politikaların aynısının birebir savunucusu ve uygulayıcısı değil mi? Erdoğan'ın ekonominin başına Şimşek'i getirmesi CHP'nin tüm seçim vaatlerini boşa düşürmüş olmadı mı? CHP'nin ekonomi politikasını belirleyen ekibin ve ülkenin en önemli problemi olan ekonomi konusundaki tüm vaatlerinin Erdoğan tarafından yapılan tek bir atamayla ekarte edilebildiği bu atmosferde seçmen oy vermediği için nasıl suçlanabilir? Mehmet Şimşek liderliğindeki 5 Haziran 2023 AKP'sinin ekonomi politikalarının CHP'den farkı nedir? Bu kadar gürültü bunun için miydi?
Bu tartışma yapılmaz ve sonuç olarak doğru bir politik hat ortaya çıkarılamaz ise artık gelinen noktada CHP açısından kaybedilen sadece seçimler olmayacaktır. Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu politik irade değişikliği baş(a)rılamaz, gerçekleştiril(e)mez veya engellenirse CHP açısından yeni tehlikeler içeren yeni bir sorun seti ile karşılaşılacağını kuvvetli bir ihtimal olarak buraya not etmek istiyorum.
Zira Kılıçdaroğlu yönetiminde farklı politik önermeleri bulunanlar, istikrarlı bir şekilde parti mekanizmaları dışına itildi. Bu partiyi yönetmeyi kolaylaştırmıştır, ancak başarısızlık halinde bu eleştirileri parti içinde seslendirerek eritip sübap görevi gören parti içi mekanizmaların ortadan kaldırılmış olması, seçmenin tepkisini yönetime değil çevresine aktarmasına yol açıyor, ki bu durum CHP açısından alarm zillerinin çalması olarak yorumlanmalı.
Partiye yapılan ve gerekli değişimlerin hayata geçirilmesine yardımcı olacak eleştiriler parti içinde dillendirilemeyince, yönetim ile direkt muhatap kalan seçmen kendi göbeğini kendisi kesmek durumunda kalıyor ve bugün yaşandığı gibi parti yönetimine direkt olarak müdahil oluyor. Bunun bir adım sonrası ise, yani, eğer seçmen taleplerinin yönetimce geçiştirildiğini ve karşılıksız bırakıldığını görürse, hiçbir şeyin değişmediğine kanaat getirerek, yenilgiden sorumlu tuttuğu yöneticileri eleştirmekten de vazgeçip, şimdiye kadar 'her şeye rağmen' oy verdiği partiden vazgeçme noktasına gelecek eşiği kitlesel olarak aşacaktır. Diğer partilerin seçmenlerinde sık görülen bu davranış modeli CHP açısından bir yıkımla sonuçlanacaktır. Eğer CHP'de egemen olan anlayışın hedefi bu değilse, seçmeni bu aşamaya taşımamalarını öneririm.
Bu durum tespitinin ardından dikkatlerin odaklanması gereken yer, sanırım, ikircikli pozisyon almaların iyice ayyuka çıktığı CHP içi olmalı. Bu çatışma şimdilik, iktidar koltuğunda kim oturursa otursun önceliği sistemi koruma refleksi olan liberaller ile cumhuriyetin yükseldiği kolonları yeniden tariflemek dahil olmak üzere her şeyi tartışmaya açanların parti içi iktidar mücadelesi olarak özetlenebilir. Bu iki yapı yol ayrımına gelmiş olabilir. Zaten gerek parti dışında medya üzerinden yapılan mücadele, gerekse de parti içindeki güçler çatışması bu eksende yapılıyor.
Bu saflaşmanın yarattığı gürültü dindiğinde, eğer CHP'nin geniş halk kitlelerinin taleplerine karşılık verecek bir partiye dönüşme ihtimali kalmamışsa, yani CHP ülkenin içinde bulunduğu siyasi iklimi de değiştirecek politik bir hatta oturamamış ve oturması da olanaksız hale getirilmişse, artık toplumu bir değişim ve dönüşüme ikna kapasitesi taşımadığı ve aslında zaten böyle bir iddianın peşinde de olmadığı gerçeği netleşecektir. Zaten o gün geldiğinde de iktidar iddiasını yitirmiş, kurduğu cumhuriyetin yıkılışını izleyen bir partinin başında kimin olduğunun ya da partiyi kimlerin yönetiyor olduğunun da pek önemi kalmadan sonunun hüsran olması kaçınılmaz olabilir.
Sonuçlarını yaşadığımız sorunlara çözüm üretebilmek için bunların nedenlerini ortaya çıkaracak ve ayağına vurulan prangaları reddededecek politik bir iradeye ihtiyaç var. Ülkemizde egemen olan bu iklimi değiştirmek için, bunu geçerli tek yol olarak göstermek adına dizayn edilmiş parti politikalarının ve bunun hizmetkarı kadroların siyaseten tasfiye edilmesi gerekiyor. Bu itibarla ülkemizde genel olarak siyasetin, özel olarak da CHP'nin önünde iki yol var: Ya düzen değişikliği talebiyle iktidar hedefi koyulacak, ya da ülkenin soyulmasına ve dolayısıyla halkın yoksullaşmasına neden olan politikaların uygulanmasına meşruiyet sağlanacak.
Sonuç olarak, seçim sonuçlarını belirleyenin siyaset iklimini oluşturan değerler bütünü olduğunu kabul edecek olursak, zamanın ruhu, CHP'de ve genel olarak ülke siyasetinde yeni bir politik yönelime duyulan ihtiyacın işaretlerini veriyor. Bunu duyabilenler Türkiye'nin geleceğinin öyküsünü yazacak, duyamayanlar ise tarihin çöplüğünde yerini alacak... (SON)