6 Haziran 2022: "Eski ezberlerle siyaset yapmaya devam edenler, bu depremin yaratacağı yıkımın altında kalacak gibi görünüyor. Eski ezberler malum, batıya ve iş dünyasına açık çek ver, bunların medyadaki uzantılarına şirin görün, klasik bir formüldür. Tabii anlayışla karşılamak lazım, yarım asırdan fazladır kusursuz çalışan bu formüle şüpheyle yaklaşmak çok kolay bir iş değil, ancak değişimin hızı, eski ezberlerin işlevini de hızla bozuyor.
İnsanlar, özellikle de gençler, artık eski palavraları yutmuyor (CHP'nin 'helalleşme' stratejisinin ne kadar büyük bir hızla kaybolduğunu hatırlatırım). Herkesin her şeyi bildiği bu yeni dünyada, kapalı kapılar ardında birkaç güç odağıyla yapılan pazarlıklar iktidarı getirmeye, hasbelkader getirse de korumaya yetmeyecektir.
Ana sorun, siyasetin beslendiği kaynakların tek yönlülüğü. Türkiye'de siyasetin yönü ve üretilen politikaların içeriği (çok uzun zamandır) dışarıya, ağırlıklı olarak batıya ve içeride ise sermayeye bağlı olarak belirleniyor.
Bu kendi başına şaşırtıcı bir durum değil elbette. Türkiye ekonomisinin dışarı bağımlılığı ve genel kırılganlığı, içeride her iktidarı batı ülkeleriyle ve sermayeyle 'iyi geçinmeye' zorluyor. İşin şaşırtıcı kısmı, gelinen noktada Türkiye'de devletin ve siyasetin, sermaye ve batıyla olan ilişkisinin 'iyi geçinme'nin çok ötesine geçmesi, siyasetin boynunda tasmayla gezer hale gelmesidir.
Dışarıda batıya, içeride de sermayeye her istediğini vermenin sonucu, ekonomisi göçmüş, üretimi bitmiş, gıda güvenliği dahi kalmamış, sokaklarında suç makinelerinin kontrolsüz ve kayıtsızca cirit attığı, yani içinde yaşadığımız Türkiye'dir. Fazla söze gerek yok.
İşte bu şartlarda, bugün içinde yaşadığımız toplum, gümbür gümbür gelen bir değişim talebiyle çalkalanıyor. Bir değişim talebinin varlığının herkes farkında, ancak talep edilen değişimin tam olarak ne olduğunu siyasetin görebildiğini düşünmüyorum. Görebiliyor olsalar hiçbir siyasetçi bugün yaptığı hiçbir şeyi yapmaz, söylediği hiçbir şeyi söylemez, verdiği fotoğrafı vermez, söylediğine gelen tepkilere şaşırmazdı.
Akla gelebilecek her türlü krizin içinde çalkalanan, her rengin her tonundan üçer beşer siyasi partisi olan Türkiye'nin (seçim atmosferine girilmediği dönemlerde) en büyük partisi kararsızlar ve henüz başka bir seçenek örgütlenemediği için de 'tıpış tıpış sandığa giderek' el mahkum oy verenler. Bu gerçek bile paragraflarca yazıya bedel.
İşte bu Türkiye'de seçim kazanmak, iktidar olmak için artık kimsenin helalleşmeye, fonlara, FETÖ artıklarına, tarikatlara, mafya bozuntularına, TÜSİAD'lara, MÜSİAD'lara ihtiyacı yok.
İktidar için ihtiyaç duyulmayan, üstelik sadakatlerinin Türkiye'ye olmaması sebebiyle artık herkes tarafından tanınan ve mimlenmiş kişi ve kurumlarla iş tutmak, artık seçim kazanmanın değil, aksine kaybetmenin formülüdür.
Bir iktidarın normal şartlarda seçmene, yani halkına sırtını dayayıp yönünü ona göre çizmesi, dış aktörler ve ülkelerle de çizdiği yön doğrultusunda bir ilişki kurması gerekir. Oysa Türkiye'de bunun tam tersi söz konusu: politika dış aktörlerle kurulan ilişki sonucu oluşturuluyor, halkla ise bir alacak verecek pazarlığına giriliyor. "Alın size sosyal yardım, alın size 3600 ek gösterge, alın size ucuz kredi, aman bizim işimize karışmayın, sığınmacılara ses etmeyin...", mantık bu.
Türkiye'de artık halk, özellikle de 20 yıldır AKP tarafından görmezden gelinen muhalefet seçmeni, bu dinamikten bıkmış durumda. İnsanlar hayatlarını doğrudan etkileyen olaylar hakkında söz sahibi olmak, seslerini duyurmak istiyor, kulak tıkayana, kendi partisinden dahi olsa, diş gösteriyor.
Siyasetin bu ihtiyaca cevap vermesi gerekiyor, aksi takdirde Türkiye'nin önünün açılması mümkün değil. Bu ihtiyaca cevap verebilmek içinse daha önce de belirttiğim gibi, siyasetin beslendiği kaynağın değişmesi, en kötü ihtimalle çeşitlenmesi gerekiyor.
Kendi halkından icazet alan bir iktidarın batıya ya da sermayeye yaranmaya da, icazet aramaya da ihtiyacı olmayacağı gibi, Türkiye'nin önünü tıkayan birçok sorunu çözebilecek meşruiyeti yaratmanın anahtarı da burada bulunabilir. (DEVAMI YARIN)