Kapitalizm, hem zirvesini, hem de dibini yaşadığı bugünlere yavaş yavaş geldi. Kendini sürekli yeniden inşa etti, şartlara ayak uydurdu, çok büküldü ama kırılmadı. 19. yüzyılda aristokrat ve toprak sahipleriyle, 20. yüzyılda sanayicilerle çalıştı, onlardan güç alıp onlara güç verdi. Şimdi finansla, teknolojiyle iş tutuyor.
Hiçbir kapitalist, şartları olgunlaşmadan monarşiye, aristokrasiye, kendilerini bulundukları yere getiren ulus devletlere, zamanla sırtlarında büyük bir yük haline gelen tekel sanayicilere ya da doğal düşmanları olan sendikalara meydan okumadı. Ama zamanı geldiğinde, imkanını bulduğunda (ya da yarattığında) önündeki bu engelleri yerle bir etmekte bir an bile tereddüt etmedi. Kapitalizm yavaş yavaş, gerektiğinde gereken yerlerle işbirliği yaparak, konsensüse yaslanarak, onu bekleyerek, bazen inşa ederek, küçük adımlarla bugünkü büyük kitlelerin gözünde (kabul etsek de etmesek de, hoşumuza gitse de gitmese de) tartışılamaz olan hegemonyasına geldi.
Hal böyleyken, bugün kapitalizmle mücadele halindeki sol ise, hemen hemen dünyanın dört bir yanında, idealist, mağrur, entelektüel, dediğim dedik bir kaybeden.
Oysa solun, o büyük gün gelene kadarki süreçteki varlığı, katkısı, perspektifi, yol göstericiliği ve bu aralar pek popülerleşen tabirdeki gibi uygulayacağı soft power, yani yumuşak güç de bir o kadar elzem. Bu gücün pratikteki yokluğu, kapitalizmin 1991'den itibaren kafasına göre at koşturarak bugünlere gelmesinin ana sebeplerinden de birisi.
Batı ülkelerinin refah devletlerinin altın yıllarının soğuk savaş dönemine denk gelmesi pek tabii tesadüf değil. Amerika'da ve Avrupa'da dahi bugün hasretle anılan güçlü sendikaların, evin fabrika işçisi babasının tek maaşla ev alıp çocuk okutmasına imkan veren dolgun ücretlerin, çalışma ve sendikal yasaların varlığı, alternatif olarak tüm heybetiyle 'öteki' tarafta duran Sovyetler Birliği'nin varlığından ayrı düşünülemez.
İşte Sovyetlerin varlığına karşılık tehdidi göğüsleyebilecek esnekliğe sahip olan kapitalizm, Sovyetlerin dağılmasından sonraki tekel döneminde dahi, hiçbir zaman kendini tekleştir(e)medi, tek bir ses haline dönüş(e)medi. Nihayetinde bugün kapitalizme yönelik en popüler, kitlelerde en çok karşılık bulan eleştiriler, yine kapitalizmin içinden gelmektedir.
Batı akademik çevrelerinden çıkan yeni nesil ekonomistler, gelir adaletsizliği, ekonomilerin finansallaşarak reel sektörlere zarar vermesi, sermayenin konsolidasyonu ve tekelleşmesi, devletin piyasalara müdahale etmemesinin zararları, serbest piyasanın ne ölçüde, hangi şartlarda ve hangi sınırlarda serbest olması gerektiği ve benzeri konularla ilgili yaptıkları araştırmalar, yazdıkları kitap ve makalelerle batı dünyasında ciddi ses getiriyorlar. ABD ve Avrupa'da çok etkili politika yapıcıların kapsama alanına girmeyi başarıp, fikirlerini şekillendiriyorlar.
Kendilerini yeni nesil sol akademisyen olarak tarifleyenlerin ortak noktası teoride serbest piyasayla ve üretim araçlarının özel mülkiyet kapsamında olmasıyla bir problemlerinin olmaması. Yani kapitalist olmaları ve her lafa besmele gibi serbest piyasayla aslında bir dertleri olmadığını hatırlatarak başlamaları. Türkiye'deki devrimciler tarafından bir ihtimal çürümüş meyve kabuğu ve yumurta atarak kovalanacak olan bu kişiler, ABD'nin tüm dünyayı başarıyla düşmanı yaptığı 'eski model' solla aralarına koyabildikleri mesafe sebebiyle büyük kitlelerin dikkatini çekmeyi başararak kendilerini dinletebilmektedirler.
Bahsettiğim tarzdaki bir yumuşak gücün bir başka örneği olarak ABD'li Senatör ve iki defa başkan aday adayı olan Bernie Sanders'ı verebiliriz. Kendisi başkan seçilememiş olsa da, yukarıda bahsettiğim gibi doğru tonda, doğru yerde, doğru zamanda ve doğru kalabalığa söyledikleriyle mobilize ettiği taban sayesinde kapitalizmin beşiği Amerika'da ciddi değişim rüzgarları estirdi. Avrupa'da olsa merkez sağ olarak sınıflandırılacak olan partisi Demokrat Parti'nin politikalarını, üstelik kendisi de muhafazakar bir politikacı olan başkan Biden eliyle, kendisinin 5 yıl önceki halinden daha ciddi manada değiştirdi; emekten, fırsat eşitliğinden, gelir adaletinden, üretimden, planlamadan yana çekmeyi başardı.
(Aradaki beş yıllık bu süreçte Trump'ın başkanlık seçimini kazanmış olması; üstelik fark yaratan oyları Demokrat Parti'nin kalesi ve bir zamanlar Amerikan sanayisinin kalbi olan, mavi yakalı çalışanların seçmen profili içerisinde ağırlıkta olduğu, ancak küreselleşme ve üretimin Çin'e kayması sebebiyle işsizliğin patlama yaptığı Rust Belt bölgesindeki Demokrat Parti oylarını süpürerek toplamış olması, şüphesiz ki küreselleşme yanlısı Demokrat Parti ve Biden'ın bu strateji değişikliğinde etkili oldu. Sanders tarafından önlerinde açılan yola girmeleri gerektiğinin farkına vardılar. Aynı Biden ve partisi göreve gelir gelmez kurumlar vergisi reformu yaptı, bugün ABD gibi bir ülkede gelir adaletsizliğini azaltmak için servet vergisi kanunu çıkartmaya çalışıyorlar. Bu kısa paragrafta dahi başta CHP olmak üzere tabanlarına ters politikalar izlemekte ısrar eden partilerin çıkarması gereken dersler var.)