Türkiye'de toplumun ve seçmenin sosyolojik yapısı ele alınırken yapılan tasnif ve bunu tariflerken kullanılan dil ile TÜİK'in enflasyon rakamlarını ölçme ve açıklama yöntemi arasında müthiş bir benzerlik var. Her ikisinin amacı da var olanı anlamak ve göstermek değil, anlatılan hikayeye kanıt oluşturmak. Biri siyaseti, diğeri halkı manipüle ediyor...
Konu TÜİK'e gelince siyaset, sömürüyü gizlemek ve hayat pahalılığını gözlerden uzak tutmak için manipüle edilen rakamlara itiraz ediyor etmesine ama, aynı siyaset, sömürünün ceremesini çekenlerin biriken bilinç ve öfkesini sisteme karşı yönelt(e)memesi için onları Alevi, Sünni, Kürt, Türk diye parçalayarak tepkiyi sönümletip kontrol edilmesini sağlayan sosyolojik tasnif tuzağına sesini çıkar(a)mıyor. Siyasetin buna karşı çıkması, çıkabilmesi gerekirken, bizzat kendisi de bu tuzağın bir aparatı ve kitlelerin kontrol ve manipüle edilmesi sürecinin bir aktörüne, bir ikna ediciye dönüşmüş durumda.
Herkes biliyor ki TÜİK, açıkladığı enflasyon rakamlarıyla gerçeği eğip büküyor. Buna mecburlar, çünkü iktidar erkini ellerinde bulunduranlar bunu sürdürebilmek için halka yalan söylemek zorundalar. Yine herkes biliyor ki, özellikle sosyal bilimler üzerinde kurulan hegemonya ile düzenin aklayıcıları haline getirilen (istisnalar elbette var) toplum bilimcilerin Türkiye'yi, insanlarını, bireyi, toplumu, grup ve kurumları ölçmek, anlamak, değerlendirmek ve anlatmak için kullandıkları araçları ve terazileri de (anketler ve diğer saha araştırma yöntemleri) en hafif tabirle hileli. TÜİK gibi siyaset ve akademinin de manipüle edilmesinin nedeni basit, sorunu nasıl tariflerseniz çözümün de oradan şekillenmesi gerekir. Sorunun ekonomik sistem olduğu anlaşıldığında gündeme gelecek çözümler, bugünkü sistemin muktedirlerinin keyfini kaçıracaktır.
İşte bazılarının keyfi kaçmasın diye, siyaset, gündeminin birinci sırasında olması gereken, insan onuruna yaraşır bir yaşam için gerekli olan bir iş, insanca yaşayabilecek bir konut, sağlıklı bir çevre gibi ihtiyaçlar için çözüm üretmesi, üretebilmesi gerekirken, bunun yerine, sanki yaşamın kendisinden, yani bu ihtiyaçlardan daha değerliymiş gibi mütemadiyen kimlik, mezhep ve din tartışmalarıyla meşgul oluyor, meşgul ediliyor. Zira bizlere ve siyasete söylenen, sosyolojik gerçekliklerin bu yönde olduğu, bunu gerektirdiği. İşte bu yalan, siyaset kurumunun bloke edilerek işlevsizleştirilmesinden başka bir amaca hizmet etmiyor. Amaçlanan ise siyasetin, düzeni değiştirecek bir güç biriktirmesinin önüne geçmek. Siyasi partiler, devletin halkı yönetme aparatları arasından mevcut statükoya hizmetle mükellef bir parçaya dönüşmüş ve sınırları bu şekilde çizilmiş oluyor.
Her şeyin olduğu gibi akademinin de gittikçe özelleştiği dünyamızda, bilimsel araştırmaların fonlanmasının da lobicilik faaliyetlerinden pek farkının kalmadığı artık herkesin bildiği bir sır haline gelmiş durumda. İşine gelen işine geldiğini fonluyor, kendi ihtiyacına göre bilim insanı, doktrin üretip anlatmak istediği hikayeyi 'bilimsel' olarak anlatıyor. Kurulu düzenin yukarıda örneğini verdiğim sadık toplum bilimcileri -onların kişisel ihtiyaçlarını giderme ya da akademide tutunmaları karşılığında- kontrol ederek, bir yandan sorun tespit etme ve çözme iradeleri konusunda, diğer yanda var olan sorunları da tali plana atıp, değer taşımayan konularla (kimlik, mezhep vs.) siyaseti ve insanları bloke etmeye teşvik etmesi, kendi hükümranlığını korumaktan öte bir amaca hizmet etmiyor. Tütün tüketiminin sağlığa zararları bilindiği halde geçmişte doktorların sigara reklamlarında boy boy yer alıp sigaranın faydalarını anlatmasına benziyor...
Ülkemizin bu anlayış ve bu iklimin etkisinde olduğu kuşku götürmez bir gerçek. Siyasi partiler (komünist ve sosyalistler hariç) düzeni değiştirmeyi tahayyül edemedikleri, mevcut merkezin en radikali olan sosyal demokratlar bile kendilerine çizilen sınırları en başından kabul edip içselleştirdiği için, bırakalım bu mülksüzleştirme rejimine karşı bir politik hattı güçlendirmeyi, bilakis bu hattın oluşmasına aktif olarak engel olmaktan başka bir işlev görmüyorlar da diyebiliriz. Buraya kadar anlattıklarım genel bir bakış açısını yansıtsa da bundan sonraki bölüm, benim de üyesi olduğum CHP'nin bu bağlamdaki mevcut pozisyonu üzerine olacak. Zira Türkiye'nin siyasi ikliminin değiştirilebilmesi için CHP'nin kilit bir pozisyonda olduğu kanaatini taşıyorum. (DEVAMI YARIN)