Bugünlerde 'değişim' ya da 'yenilenme' kavramları altında iç tartışmalardan muzdarip CHP'yi, Cumhuriyet devrimlerini yaparak ulus devleti yaratan parti olması, genlerinde bir başkaldırı geleneği olması ve aşağıda sözünü edeceğim kitlesel kapasiteyi yaratma potansiyelini taşıması bakımından oyun kurma ya da bozma gücü göz önünde bulundurulduğunda mevcutlar arasında ayrı bir değerlendirmeye tabi tutmak gerektiğini düşünüyorum. İnşa ettiği bütün Cumhuriyetçi kolonlar yıkılsa, gerçekleştirdiği devrimler karşı devrimlerle yerle yeksan edilse, hali hazırda devam eden neoliberal talana karşı kamucu, halkçı, planlamacı politikaları öne çıkararak Cumhuriyet değerlerini savunmayı başaramasa, hatta çok uzun bir süredir bu neoliberal saldırının hık deyicisi, dolayısıyla da talanın ortağı olmuş olsa da; bu devrimci geleneklerin takip ve onaylayıcısı olan önemli bir kitle tarafından hala takip ediliyor olması sebebiyle CHP yeni bir devrimci dönüşüme önderlik edip yeni bir iktidar erki için rıza üretemez mi?
Bu sorunun yanıtının, herhangi bir kişinin CHP'yi zihninde nerede konumlandırdığıyla direkt ilişkisi olacaktır. Eğer sizin zihninizde CHP, mevcut diğer düzen partileri gibi sorunu yoksul kitleler lehine çözmek yerine düzenin bir aparatı olarak konumlanmış ve doğal olarak da sorunun bir parçası ise zaten üzerinde konuşacak pek bir şey yok demektir. Zira bu düzen ve içinde bulunulan siyasi iklim değişmediği takdirde yoksulluk ve onun da sebebi olan sömürü mekanizmasını dağıtma kuvveti üretilebilmesi mümkün değil. Yok eğer CHP size göre bu sömürüye karşı durabilecek bir birikimi, en azından potansiyel olarak temsil ediyor ve süreci yönetebilecek siyasi genlere sahipse de tartışmayı farklı bir kompartımanda sürdürmek gerekiyor.
Bu noktada her şeyden önce neyin ol(a)mayacağı tespitinde bulunmamız gerekiyor:
CHP'nin var olan politik yönelimi ve sıkıştırılmaya çalışıldığı sosyolojik seçmen tabanı göz önünde bulundurulduğunda, var olanı değiştirmeden, belki de daha önemli olarak neyin değiştirileceğine doğru karar verilmez, verilemezse, iktidar olması mümkün değil. Şimdilerdeki parti içi tartışmaların nedeni de zaten bu açmaz. Kurulu düzenin sosyolojik gerçekler diyerek insanların arasına ektiği Sünnilik, Alevilik, dindarlık, muhafazakarlık, alt kimlik gibi yapay ayrımlar geçmişte dışarıdan yapılan eleştirilerin ilk sırasında yer alırken, şimdilerde ise Alevi partisi ve dolayısıyla da mezhep partisine dönüştüğü eleştirilerinin parti içi mücadelede de bir argümana dönüşmesi dikkat çekici. CHP'nin kendisine buradan savunma hattı oluşturmasına ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum, zira bu konjonktür partilerinin çözmesi gereken bir sorun! CHP'nin yapması gerekenin ise, bu dili sönümletmek, kendini bu tartışma içerisinde savunmak için emek ve zaman harcamak yerine, siyaseti ve dolayısıyla da CHP'nin zihni kolonlarını sarsan bu siyasi terminolojiyi de kapsayacak ve dolayısıyla da sıkıştırıldığı bağımlılık ilişkisini de sonlandıracak şekilde mevcut siyasi iklimi değiştirecek bir kuvvet uygulamak, uygulayabilmek olmalı.
CHP bunu başaracak yolu bulmalı, bulabilmeli. Zira etnisite, kültür ve mezhep farklılıklarını sorun olarak görmek için kodlanan bir topluma var olan mevcut CHP diliyle seslenmeye çalışmak, CHP'nin kendisi de aynı saiklerle çembere alınmışken bu konularda haklı ya da haksız herhangi bir tartışmaya girmek dahi toplumun merkezi sinir sistemine atılmış bir ok etkisi yarattığından, hem onların gerçek sorunlarının gölgelenmesine, hem temsil iradesini devretme aşamasında zihni karışıklığa yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda tam tersi bir etki yaparak olmaları gerekenin tam karşısındaki cepheye konumlanmalarına sebep oluyor.
CHP'nin son yıllarda güttüğü ittifak stratejisinin, -birçok başka şeyle birlikte- bu siyasi konjonktürün sonucunda oluşan seçmen/taban yapısı ve rakamlarının üstesinden gelebilmek için ortaya çıktığı, büyükşehirler ve belediye seçimleri özelinde -rakamlar lehe olduğu için- işe yaradığı da söylenebilir. Ancak bu modelin genelde işe yaramasının mümkün olmadığı da -rakamlar ortada olduğu için- açıkça görüldü.
Bu tespiti yaptıktan, yani var olan değerler değiştirilemediği sürece genel iktidarın mümkün olmadığını kabullendikten sonra, mevcut siyasetin kurum, süreç, aktör ve yöntemleriyle var olanı değiştiremediğinin, halkın sorunlarını çözme kapasitesi üret(e)mediğinin altını çizmemiz gerekiyor: yoksulluk yenilemiyor, refah yaratılamıyor, bunları yapabilecek bir alternatif olduğuna dahi toplum ikna edilemiyor. Bu sorunların yancısı olan sosyal demokrasi, mezhepçilik, daha fazla kapitalizm gibi tuzakların peşine takılmadan sorunları doğru tahlil edebilen, doğru çözüm yolunu tarifleyen yeni bir dil, yeni bir anlayış, yeni bir siyasi mimari yaratmak; bunun içinse 12 Eylül ile birlikte parti içinde hangi genel başkan ya da hangi kadro yapısı iktidara gelmiş olursa olsun partinin politik diline hakim olan ve statüko haline gelen politik tercihler bütününün gözden geçirmek, geçirebilmek gerekiyor. Bunun ilk adımı da hiç kuşkusuz partiyi mezhep, kimlik, din gibi kişisel aidiyetlerin çekim alanı dışında çıkarmak, bu düzenin ezdiği, sömürdüğü, yoksullaştırdığı toplumun tüm taraflarına ve elbetteki bu ülkede yaşayanların toplam yüzde doksan dokuzunun çıkarlarını savunacak bir hedefe yönelebilecek tercihler bütününü sağlayacak bir siyasi iradeyi oluşturabilmekten geçiyor. (DEVAMI YARIN)