Herkesin sınırları olmayan bir dünya için çalıştığı günler geride kaldı. Onyıllardır devam eden küreselleşme sürecinin ardından gelinen noktada genel kanaat, en azından bazı bölgesel ya da ulusal sınırların, sürdürülebilir ekonomik kalkınma ve güvenliğin anahtarı olduğu şeklinde.
Gelişmiş ülkelerin dış politikalarıyla birlikte ekonomik sistemleri de keza derin bir dönüşümden geçiyor. Uluslararası ticaret ve vergilendirme sisteminin uzun süredir devam eden kurallarının değişim hızı baş döndürücü hale gelmiş durumda. Birkaç yıl önce hayal dahi edilemeyecek uygulamaların tartışılmaya ve hayata geçirilmeye başlandığını görüyoruz.
Bu dönüşümün henüz tamamlandığı söylenemez, aksine, başlayabilmesi dahi hiç kolay olmadı. Uzun yıllardır çalan alarm zillerine rağmen eski politikaların savunucuları için bir şeylerin yanlış gittiğini kabul etmek dahi çok zor oldu.
Bir fikri savunanların, o ana kadar inandıklarının yanlış olduğunun ortaya çıkmasının ardından gerçeklerle karşılaşınca verdikleri tepkiler, uzun zamandır sosyal bilimlerin ve özellikle psikoloji alanında çalışan bilim insanlarının ilgisini çekiyor.
21 Aralık 1954 tarihinde yaşanacak büyük bir felaketle dünyanın sonunun geleceğini, ancak kendisine inananların felaketten önce 17 Aralık'ta evinin arka bahçesine inecek bir uzay aracı tarafından kurtarılacağını söyleyen Seekers tarikatı lideri Dorothy Martin ve tarikatın müritleri, bu konuda yapılan ilk araştırmalardan birine konu olmuştur.
17 Aralık 1954'te evinin arka bahçesine uzay aracı inmeyip, 21 Aralık 1954'te de dünyanın sonu gelmeyince Dorothy Martin, durumu müritlerinin duaları sayesinde dünyanın kurtulmasıyla açıklıyor ve müritlerini ikna ediyor.
Bu kadar ekonomik bunalımın ve boşa çıkan milyonlarca vaadin ardından dahi seçmeninin Erdoğan'ı terk etmemesi gibi, müritlerinin de Dorothy Martin'in peşinden ayrılmamasını inceleyen sosyal psikologlar Festinger, Riecken ve Schachter, (yazının da başlığı olan) 'Kehanet boşa çıktığında' isimli kitapta (1956) tarikat üyelerinin davranışlarını bilişsel çelişki kuramıyla açıklıyorlar.
Üzerinde sonraki yıllarda da çokça çalışma yapılan bilişsel çelişki kuramına göre insanlar, düşünce ve davranışlarını geçmişte edindikleri tecrübe ve değerlere göre belirliyor.
Zaman içinde düşüncelerine tezat oluşturabilecek şeylerle karşılaştığı takdirde ise insanlar psikolojik bir stres deneyimliyor ve bu stresten kurtulabilmek adına insan beyni bu tutarsızlığı gidermeye, çelişkiyi azaltmaya çalışıyor.
Yani böyle bir durumda insanlar, oluşan çelişkiyi ortadan kaldırabilmek, kendi değerlerini terk etmemek için, sonradan ortaya çıkan olumsuzlukları kabul etmeme, görmezden gelme eğilimi gösteriyorlar. Böylece karşılaştıkları gerçekleri, kendi düşünce ve gerçekleriyle uyumlu hale getiriyorlar.
Bu alanda 2006 yılında yapılan bir başka bilimsel çalışmada Josan ve Reifler isimli bilim insanları, 'Irak'ta kitle imha silahı var.' yalanı ile 'Kitle imha silahı yok.' gerçeğini anlatan iki makaleyi savaş yanlısı bir gruba okutuyor.
Savaş yanlıları, Irak'ta kitle imha silahı olduğu yalanına dayalı makaleyi okuduklarında buna inanıyor. Gerçeklere dayanan ve kitle imha silahı olmadığını söyleyen makaleyi okuduklarında ise gerçeğe inanıp fikirlerini değiştirmek yerine, kendi düşüncelerini doğrulayan birinci makaleye inançları artıyor.
Yanlış inanca sahip kişilerin gerçeklerle karşılaştıklarında fikirlerinin değişmesi beklenir, ancak burada sunulan gerçek bilgi geri tepmiştir.
Bu durum, inançlarına aykırı bir kanıt ile karşılaşan bireylerin bu kanıtı reddederek inançlarına daha sıkı bağlanmalarını ifade ediyor. İnanç ne kadar ideolojik ve duygu (din vb.) temelliyse, aykırı kanıtın etkisiz olma olasılığı da o derece artıyor. (DEVAMI YARIN)