Tarihin bir kavşağında veya yaşamımızın herhangi bir evresinde karşılaştığımız bir olayın oluşuna ve sonuçlarına ilişkin üretilen tepki, olayın kapsadığı alan ve etkilediği insan sayısıyla orantılıdır. Olay büyük ve etkilediği insan çoksa ilk oluşan tepki toplumsal bir boyut kazanır, ilk ve en şiddetle sorulan soru ise 'Nasıl?' olur. 'Nasıl' sorusu olayın sadece oluş şekline odaklandığından, eğer 'neden' sorusu sorularak meselenin kökenine inecek bir tartışma başlatılamaz ise hayatın olağan akışı gereği ilk anda gösterilen tepki ve bunun ürettiği öfke zamanla soğur, olay ve sonuçları gündemden düşer. Bu sefer konuya her zaman yaptığım gibi ortasından değil, başından gireyim:
Benim de üyesi olduğum Dayanışma Meclisi, ülkemizin başına gelen en büyük felaketlerden biri olan 6 Şubat 2023 depreminde yaşanan yıkımın sebep ve sonuçlarını, "50 soruda 6 Şubat depremi; deprem düzenin meşruiyetini sarstı mı?" başlığı altında araştırmış ve ortaya çıkan sonuçları da toplumsal hafıza oluşturma amacıyla ortak yayın organında yayımlamıştı. Bu değerli çalışmada "Belediyeler afetin hazırlanmasında nasıl bir rol oynadı? Yerel yönetimlerin afet yönetimini planlama, hazırlık ve önlem aşamasındaki rolü neydi, ne ölçüde yerine getirildi? Yerel yönetimleri devreye sokmayan, hatta engelleyen bir afetle mücadele anlayışı olabilir mi?" alt başlıklı soruya da ben yanıt aramıştım.
Bahse konu yazıda, depremin yıkıcılığının ana nedenleri arasında yer alsa da ne deprem öncesinde dikkat edilen, ne de deprem sonrasında tedbir alınması adına yeterince gündemde tutulan beton ve demir kalitesi konularına dikkat çekmiştim. Bu uyarımın sebebi ise hazır beton santrallerinde hazırlanan beton ve haddahanelerin ürettiği demirlerin özel laboratuarlar tarafından sertifikalandırılması, bu laboratuarların da piyasa şartlarında çalışması nedeniyle verdikleri belgelerin talepte bulunanların isteklerine göre hazırlanabileceğine ilişkin endişeler doğurmasıydı. Henüz okumayanlara bahse konu yazının da içinde bulunduğu raporu okumalarını öneririm.
Deprem bölgeleri ve fay hatlarını umursamadan kuralsız, bilgisiz ve daha fazla kar hırsıyla beton ve demir kalitesinden ödün vererek, hatta bazen bile bile çalınarak inşa edilen konutlarda yaşayan on binlerce yurttaşımızı yitirdiğimiz 6 Şubat depremin yaraları henüz tam olarak sarıl(a)madı. Hala daha binlerce insan çadırlarda insanlık dışı koşullarda yaşamaya çalışır ve bu insanların ne zaman normal bir hayata dönebileceği dahi belli değilken 'olay'a verilen tepkiler azalmaya, öfke soğumaya başladı. Müteahhitler birer birer tahliye edilirken gerçek bir 'değişim' yaratacak bir tartışma asla başlatılamadı.
Ancak hepimiz biliyoruz ki bu son olmayacak. Daha yeni, ortada deprem dahi yokken, Tekirdağ/Malkara'da, Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı'ndan sertifikalı bir laboratuarın uygunluk belgesi verdiği hazır betonun kullanıldığı 3 blok 27 daireli bir inşaat hakkında, betonda derin yarıkların oluşması üzerine yapılan şikâyet ve karot incelemesi sonrasında betonun standartlara uymadığı tespit edilince yıkım kararı verildiği ortaya çıktı.
Ülkemizin hemen her köşesi, özellikle İstanbul olmak üzere milyonlarca insanın yaşadığı büyük kentler her an yıkıcı bir depremle karşılaşma tehlikesi altındayken inşaat sektörünün önemi bir kat daha artıyor. Bu şartlar altında bu kadar önemli bir sektörün piyasa dininin denetimi altına bırakılmasının sonuçlarını ise ne yazık ki hepimiz yaşayarak gördük. Masraftan kısmak adına kusurlu mal üreten beton santrali, müşterisini üzmemek için buna uygunluk belgesi hazırlayan laboratuvar, bu betonla inşaat yapan müteahhit ve sayısız diğer tedarikçi, bütünün, yani piyasanın birer parçası. 'Nasıl'ı hep soruyoruz, ancak 'Neden' sorusunu bir türlü soramadığımız, soranlara ses olamadığımız için tartışma bütünün parçaları arasında kaybolup gidiyor. (DEVAMI YARIN)