Bir krizde, bir zamanlar düşünülemez olan şeyler birdenbire kaçınılmaz hale gelebilir. Türkiye’nin her zamanki gibi kendine özgü ve bambaşka dertleri olmakla birlikte, bugün tüm dünya olarak ikinci dünya savaşından bu yana yaşanan en büyük toplumsal ve ekonomik sarsıntıların ortasındayız. Ve artık çözüm üretemeyen neoliberalizm, son nefesini veriyor. Zenginler için daha yüksek vergilerden, ekonominin ve piyasaların kontrolünü eline alan daha güçlü devletlere, sermaye hareketlerinin kısıtlanmasından servetin adil olarak bölüşülmesine, bazıları için sadece aylar önce imkânsız görünen fikirler açık açık tartışılıyor, uygulanmaya başlanıyor.
4 Nisan 2020'de İngiliz Financial Times gazetesi, değişim rüzgârlarını adeta gözümüze sokan bir başyazı yayınladı. Dünyanın önde gelen gündelik gazetelerinden ve serbest piyasanın borazanlarından birisi olan Financial Times’ın, küresel siyaset ve finans alanındaki en zengin ve en güçlü oyuncular tarafından okunduğunu ayrıca belirtmeme gerek yok sanıyorum. Her ay zenginlere yönelik yatlar, konaklar, saatler ve lüks arabalar hakkında arsızca “Nasıl Harcamalı?” başlıklı bir dergi eki yayınlayan bir gazeteden bahsediyoruz.
Ancak 2020 yılının Nisan ayının bir Cumartesi sabahı, o gazete şu ifadeyi yayımladı:
“Son kırk yılın hakim politika yönünü tersine çeviren radikal reformların masaya yatırılması gerekecek. Hükümetler ekonomide daha aktif bir rolü kabul etmek zorunda kalacaklar. Kamu hizmetlerini yükümlülükler yerine, yatırımlar olarak görmeli ve işgücü piyasalarını daha az güvensiz hale getirmenin yollarını aramalılar. (Servetin) yeniden dağıtımı ve zenginlerin ayrıcalıkları yine gündemde olacak. Temel gelir ve servet vergileri gibi yakın zamana kadar eksantrik kabul edilen politikaların da kullanılması gerekecek.”
Kapitalizmin en güçlü seslerinden birisi nasıl birdenbire, daha fazla servetin yeniden dağıtımını, piyasaların işine karışan güçlü devletleri ve hatta herkes için temel geliri savunuyor olabilir? Üstelik bu yazı türünün tek örneği değil, son yıllarda bu fikirler ve daha fazlası, neoliberalizmin işlevsizliğinin kabul edilmesiyle birlikte dünyanın en önemli iş ve siyasi çevrelerinde en üst perdeden dillendirilir oldu.
Bu başyazıdaki fikirler elbette birden bire ortaya çıkmadı: kenarlardan ana akıma kadar çok uzun bir mesafe kat ettiler. Küçük dost meclislerinden ufak akademik tartışmalara; kimin yazıp kimin okuduğu belirsiz bloglardan Financial Times'a...
Buraya nasıl geldiğimizi dilim döndüğünce anlatabilmek üzere bir aydan uzun bir süredir bu yazı dizisini yazıyorum. Gelinen noktada, krizin kaçınılmaz olduğu konusunda hemfikiriz. Nelerin ne yönde değişmesi gerektiği konusunda herkesin bir düşüncesi olsa da, hiçbirimiz müneccim olmadığımız için geleceğin kesin olarak ne getireceğini bilemiyoruz.
En önemlisi, dünyanın kaynaklarını ve koca ulusların üretimlerini sömüre sömüre devasa bir güce ulaşan sermaye, kazanımlarını kolay kolay teslim etmeye niyetli görünmüyor. Elindeki maddi ve politik gücün yanında bilgiyi, haberi, bilimi manipüle etme yetisiyle, topuyla tüfeğiyle direnecek.
Peki, ne yapacağız? Bu sorunun cevabını ararken bir kez daha neoliberalizmin tarihine dönmek isterim.
***
Şimdi hayal etmesi zor olsa da, bir zamanlar – yaklaşık 70 yıl önce – o zamanın radikalleri neoliberalizmin savunucularıydı.
İkinci dünya savaşından çıkan dünyada çoğu politikacı ve ekonomist, güçlü bir devletin, yüksek vergilerin ve sağlam bir sosyal güvenlik ağının savunucusu İngiliz ekonomist John Maynard Keynes'in fikirlerini benimsiyordu.
O dönemlere göre radikal fikirleri olan neoliberalizmin kurucularından Friedrich Hayek, bir röportajında, yeni fikirlerin hakim olması için gereken sürenin genellikle bir nesil veya daha fazla olduğunu, o dönem kendi radikal fikirlerinin bir etki yapamıyor görünmesinin nedeninin de bu olduğunu söylemişti.
Neoliberalizmin diğer bir kurucusu Milton Friedman da aynı fikirdeydi: "Şu anda ülkeyi yöneten insanlar, yirmi küsur yıl kadar önce kendileri üniversitedeyken hâkim olan entelektüel atmosferi yansıtıyor." Friedman çoğu insanın temel fikirlerini gençliklerinde geliştirdiğine inanıyordu. Bu da ona göre neden “eski teorilerin siyaset dünyasında olup bitenlere hâlâ hâkim olduğunu” açıklıyordu.
Friedman'ın düşünce dünyasında krizler önemli bir rol oynadı. Kapitalizm ve Özgürlük (1982) adlı kitabının önsözünde şu ünlü sözleri yazmıştı:
“Yalnızca bir kriz – gerçek veya algılanan – gerçek değişim üretir. Bu kriz meydana geldiğinde, atılacak adımlar ortalıkta dolaşan fikirlere bağlıdır.”
Bir zamanlar gerçekçi olmayan veya imkansız olarak görülüp reddedilen fikirlerin, kriz anında kaçınılmaz hale gelebileceğini düşünen Friedman, zamanı geldiğinde hazır olması amacıyla neoliberalizmin entelektüel altyapısının kurulmasında öncü rol oynadı.
Ve tam olarak beklediği şey oldu. 1970'lerin krizleri sırasında (ekonomik daralma, enflasyon ve OPEC petrol ambargosu) neoliberaller (ve onları destekleyen sermayedarlar) hazırdı ve alternatif bir sistemle kenarda bekliyorlardı.
SÜRECEK