Dünyayla birlikte Türkiye ve toplumu da son 20 yılda çok ciddi bir değişim geçirdi. Teknolojinin gelişimi, globalleşme ve iletişimin dijitalleşerek kitleselleşmesi bu değişimin önemli nedenlerinden bazıları. Türkiye özelinde 20 yıllık AKP iktidarı da toplumun psikolojisinde ciddi bir etki yaptı. Buraya kadarki kısım herkesin artık ezberlediği şeyler.
Ancak bu değişime bağlı olarak oluşan ve siyasetin en tepesindekilerin dahi pek farkında görünmedikleri bir takım gerçeklerin üzerinde konuşulması gerekiyor:
Yazılarımda sık sık Türkiye'de siyasetin ve siyasetçilerin toplumun talep ve ihtiyaçlarına cevap veremediğinden bahsediyorum.
Türkiye'de halkın ihtiyaçları hiç değişmedi: Güvenle yürünebilecek sokaklar, düzgün işleyen bir ekonomi, adil bir adalet, doktoru, işçisi, memuruyla halkının arkasındaki bir devlet, belki bir ev, bir araba; kısacası insanca bir yaşam.
İhtiyaçları herhangi bir dünya vatandaşından çok da farklı olmayan Türk vatandaşlarının, oy vermek için öne sürdükleri talepleri ise nedense bu ihtiyaçlarına çok da sıkı sıkıya bağlı olmadı. Zira seçmenin taleplerini medya aracılığıyla yönlendirmek bugüne kadar nispeten kolay bir şekilde yapılabiliyordu.
'İnsan istediğini yapabilir, ama istediğini isteyemez.' diyen filozofun görse ağzını açık bırakacak bir ustalıkla, onyıllar boyunca toplumun tüm düşünce kalıpları siyaset ve medya aracılığıyla dizayn edildi, siyasetten ne isteyecekleri kafalarının arkasına yerleştirildi.
İşte bu dizayn sonucu, menemenin soğanlı mı soğansız mı olması gerektiğinden başlayarak her konuda kutuplaştırılan bir toplumun farklı kutuplarına duymak istedikleri farklı şeyleri (din, mezhep, etnik kimlik, laiklik, batılılık vs.) söyleyen merkez partiler ve bu partilerin koltuklarını parselleyen figürler, arada tabela değiştirerek de olsa bugüne kadar siyasetin tepesinde kalmayı başardı.
Bu kelimeleri büyük bir gönül rahatlığıyla geçmiş zaman kalıbında yazdım, çünkü artık bu dönem, şaşırtıcı bir hızda kapanıyor. Bu değişim ve gelişimi kavrayanlar da gelecekteki siyaset mimarisini şekillendirerek Türkiye'nin önünün açılmasını sağlayacaklardır. Bu duruma uyanamayanlar ise yukarıdaki paragraftaki tarihin tozlu sayfalarına karışacak gibi görünüyor.
Sosyal medyanın yaygınlaşması ve iletişim olanaklarının inanılmaz çeşitlenmesi sayesinde yukarıda bahsettiğim merkez partilerin ve figürlerin, siyasetin tepesinde kaldıkları süre boyunca neler yaptıklarını, kimlere hizmet ettiklerini, kimler tarafından yönlendirildiklerini artık sağır sultan bile duydu, biliyor.
Sığınmacı meselesinde iktidarın gördüğü kadar tepkiyi muhalefetin ve medyanın da görmesi, kimin nereden ne fonu aldığının herkesin dilinde dolaşması ve Ekrem İmamoğlu'nun Karadeniz gezisi dönüşü verdiği fotoğraf üzerinden linç edilmesi gibi sadece son bir ayda yaşanan hadiseleri, gelen depremin öncüleri şeklinde yorumlamak mümkün. Bunlara yol açan dinamikler anlaşılmadığı sürece yenileri de yaşanacaktır.
(İmamoğlu'nun CB adaylığını engellemek ve partisi içinde de kolunu kanadını kırmak adına yapılanların, bahsettiğim dinamikleri anlayan birileri tarafından organize edildiği çok aşikar. Ancak bu yolun sonunda, İmamoğlu'na kurulan bu tuzağın, onun Karadenizliler nezdinde sahiplenilmesine yol açacağının görülememesi ya da bunun bile göze alınması ise ayrıca incelenmesi gereken bir yazı konusu.)
Eski ezberlerle siyaset yapmaya devam edenler, bu depremin yaratacağı yıkımın altında kalacak gibi görünüyor. Eski ezberler malum, batıya ve iş dünyasına açık çek ver, bunların medyadaki uzantılarına şirin görün, klasik bir formüldür. Tabii anlayışla karşılamak lazım, yarım asırdan fazladır kusursuz çalışan bu formüle şüpheyle yaklaşmak çok kolay bir iş değil, ancak değişimin hızı, eski ezberlerin işlevini de hızla bozuyor.
İnsanlar, özellikle de gençler, artık eski palavraları yutmuyor (CHP'nin 'helalleşme' stratejisinin ne kadar büyük bir hızla kaybolduğunu hatırlatırım). Herkesin her şeyi bildiği bu yeni dünyada, kapalı kapılar ardında birkaç güç odağıyla yapılan pazarlıklar iktidarı getirmeye, hasbelkader getirse de korumaya yetmeyecektir. (DEVAMI YARIN)