Biz içeride müflis tüccar misali eski defterleri karıştırmaya devam ederken, pek tabii, dünya yerinde durmuyor.
Başörtüsü gündeminden, helalleşmeden vs. kafasını kaldırıp dış basına göz atanlar, önce Rus doğalgazını Avrupa'ya ulaştıran Kuzey Akım boru hatlarına düzenlenen sabotaj, arkasından OPEC'in petrol üretimini kısacağını açıklaması ve buna gelen tepkilerle birlikte geçtiğimiz haftalarda bir kez daha dünyanın gündemini enerjinin oluşturduğunu fark etmiş olmalılar.
Yaşanan son gelişmeler bana, bu köşede yazmaya başlamadan önce 8 Eylül 2020 tarihinde kendi blogumda yazdığım ''Neden?' sorusunu soramayanlara iktidar yolu açılmaz.' başlıklı yazıyı hatırlattı.
Uzun yıllardır serbest piyasanın ve sermayenin koşulsuz serbestliğinin Türkiye'yi (ve dünyayı) felakete sürüklediğini savunan birisi olarak dünyada da konjonktürün bu fikri kabul eden bir noktaya geldiğini anlatmış, örnek olarak Şubat 2020'de Foreign Policy dergisinde yayımlanan bir makaleyi göstermiş, ABD'nin iç ve dış politikasını bu fikrin etkisi altına alacağını belirtmiştim.
Blog yazımdan alıntı yapmam gerekirse: “Neoliberal anlayışın yarattığı kontrolsüz kapitalizmin, Çin’in başını çektiği devlet kontrollü korumacı kapitalizm anlayışıyla başa çıkamadığını ve bu durumun ABD ve Avrupa için artık bir ulusal güvenlik sorunu haline geldiğini düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor.
O makalenin yazarlarından birisi olan Jake Sullivan, makalenin yayımlanmasından 9 ay sonra yapılan seçimlerde ABD Başkanı seçilen Joe Biden'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atandı ve halen bu görevini sürdürüyor.
Sullivan'ın iktidara gelmeden önce Foreign Policy'ye yazdığı cümleler, bugün dünyanın gittiği yönü anlayabilmek için önemli ipuçları sunuyor:
“Ekonomi jeopolitikten bağımsız düşünülemez.”
“Neoliberalizmin işi bitti, yeni bir ekonomik felsefeye ihtiyacımız var.”
“ABD doğru ekonomik politikayı bulamadan, genel stratejisini doğru bir şekilde yaratamaz.”
ABD'nin politika yapıcıları, tam olarak vaat ettikleri şekilde, artık kendi ulusal güvenliklerini ve vatandaşlarının refahını tehdit eder hale gelen bu sistemi budayarak yollarına devam ediyorlar.
Daha kontrollü, daha müdahaleci, daha kamucu, sermayenin değil ülkenin çıkarlarının önde tutulduğu bir model...
Dışarıda Rusya'nın gelirlerini azaltmak adına petrol fiyatlarını düşük tutmak için tüm diplomatik ve askeri güçlerini kullanırken, içeride fiyatları arttıran kendi petrol şirketleriyle kavga etmekten ve stratejik rezervlerini satıp fiyatları kontrol altında tutarak enerji piyasasına müdahale etmekten geri durmuyorlar.
Kendi halklarının çıkarını Transatlantik ittifakının çıkarlarının önüne koy(a)mayan Avrupa ülkeleri ve özellikle Almanya ise büyük bir enerji kriziyle çalkalanıyor.
Burada amacım tabii ki Amerikan yönetimini ve yayılmacılığını övmek değil, kendi ülkesinin çıkarlarını düşünen bir iktidarın (ya da iktidar adayının) günümüz konjonktüründe nasıl bir ekonomik politika uyguladığına (uygulamak zorunda olduğuna) dikkat çekmek. En kapitalist, en liberal, en piyasacı ABD'nin bile geldiği noktayı vurgulamak...
Sadece Amerikalı politika yapıcılar değil, hemen hemen tüm dünyada politik ve akademik çevrelerde bu konuda artık bir konsensus oluşmuş durumda. IMF Başkanı'nın geçtiğimiz hafta verdiği bir konferansta da krizden çıkış için daha kamucu bir ekonomik sisteme vurgu yapması bunun yalnızca son örneği.
Biz içeriye dönecek olursak... Tabii Amerikan yönetimi Amerikan çıkarlarını savunuyor... Benim gelmek istediğim konu ise, biz Türkiye'nin çıkarlarını ne pahasına olursa olsun savunabilecek bir iktidar bulabilecek miyiz?
Piyasanın serbestliğine ve sermayenin dokunulmazlığına tartışmasız bir şekilde iman etmenin, yani bu düzenin dünyada yarattığı sonuçları 15 Kasım 2021 - 20 Aralık 2021 tarihleri arasında bu köşede yazdığım altı yazılık dizide dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım, tekrarlamaya gerek görmüyorum.
Tarihsel süreç içerisinde dünya ekonomisinin merkezi dünyanın da merkezi olmuştur. Ekonomi evrildikçe bu merkez de bir şehirden diğerine kaymıştır. Bu merkez 14. yüzyılın sonlarından itibaren Venedik, 15. yüzyılda Antwerp, 16. yüzyılda Cenova, 17. yüzyılda Amsterdam, 18. yüzyılda Londra, 20. yüzyıl itibariyle de New York'tur.
Bu kaymalar, dünya ekonomisinin durumu, gidişatı ve içeriğiyle ilgili de bilgi verir. Venedik bir tüccar kentiyken Londra sanayi, New York ise finansın merkezidir. Günümüzde ise artık dünya ekonomisinin en güçlü aktörleri California'da yer alan birkaç Silikon Vadisi şehrindedir.
Coğrafi keşiflerin ardından gerçekleşen devrimlerin birbiri ardına kaçırılmasının özeti olan Türkiye tarihini değiştirmenin anahtarı, gözümüzün önünde gerçekleşen teknoloji devrimine ve değişen dünyaya dahil olmaktan geçiyor. Bunun için ise bu dönüşümü yaratıp destekleyebilecek bir sosyal ve ekonomik yapıyı kurmak zorundayız.
Bu noktada, CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu'nun ABD gezisine giderken yolda yaptığı bazı açıklamalara değinmek gerekiyor. Kılıçdaroğlu bu açıklamalarında da olduğu gibi sık sık bilgi ekonomisine geçmekten, teknoloji tüketicisi değil üreticisi olmaktan, Türkiye'nin bu dönüşümü yapması gerektiğinden bahsediyor.
Sözlerinin altına imza atmayacak kişi yoktur. Peki ama bunu nasıl yapacağız, olası bir seçim galibiyetinde Sayın Kılıçdaroğlu bunu nasıl gerçekleştirecek?
Türkiye gibi sermaye fakiri bir ülkenin ekonomik olarak kalkınabilmesinin anahtarı, var olan sermayeyi doğru alanlarda verimli bir şekilde kullanabilmekten geçiyor. Var olan kısıtlı sermayenin yanında üretilen her kuruş katma değerin doğru sektörlere aktarılması, doğru alanlara yatırım yapılması, devletin de bu yatırımları desteklemesi ve koruması gerekiyor. DEVAMI YARIN