‘’Yüce Han tüm ağırlıklarıyla dünyanın ve insanlığın üstüne çökmüş kentlerle kaplı, zenginlik ve tıkanıklıkla yüklü, süs ve görevlerle tıkış tıkış, mekanizma ve hiyerarşi ile karmakarışık, şiş, gergin, ağır bir imparatorluğu seyrediyor.
‘İmparatorluğu böyle pestil gibi ezen kendi ağırlığı’ diye düşünüyor Kubilay ve uçurtmalar gibi hafif kentler, dantel gibi delikli kentler, cibinlikler gibi saydam kentler, opak, aldatıcı kalınlıkları içinden bakıldığında görülen telkari kentler giriyor artık rüyalarına..’’ (Italo Calvino - Görünmez Kentler)
Aylardır elimde sürünen bu kitabı neden okumaya başladığımı sorgularken bu cümleler çıktı karşıma ve Kubilay Han’ın rüyalarına giren şeyin benim de arayışında olduğum, eksikliğini hissettiğim şey olduğunu fark ettim: hafiflikte büyümek…
Etrafıma baktığımda hemen herkeste ümitsizce devam eden anlam arayışını görüyorum, kendim de dahil. Aile, iş hayatı, sosyal çevre, sahip olduklarımız, gelecek hayallerimiz, kendi yarattığımız ve altında ezildiğimiz onca yük; anlık keyifler için ödenen bedeller. Aslında genlerimizden gelen ‘sadelik’ ihtiyacı, yarattığımız bu bilinçli dünyamızda karşılığını bulamıyor, bu nedenle bu eksiklik hissi ve anlam arayışı sürüyor.
Peki sadeleşmek neden zor? Öncelikle sadeliği ne kadar doğru tanımladığımıza bakalım. Sadeliği basitlik ile karıştırmamak gerekir. İki kavram birbirinden oldukça farklıdır. Basit az olan, karmaşık olmayandır. Sadelik ise bir şeyin özüne ulaşmaktır; azın içindeki çokluktur.
‘Sadelik en yüksek gelişmişlik düzeyidir’ diyor Leonardo Da Vinci. Aslında bilgeliktir sadelik. Sade olabilmek ve her şeyin özünü kavrayabilmek için bilgi ve birikim; neyin fazla veya gereksiz olduğunu ayırt edebilmeyi öğrenmek ve bunlardan vazgeçebilmek için de fazlasıyla tecrübe yani uzunca bir yolculuk gereklidir.
Bu yolculuğa eşyalarımızı, giysilerimizi, kitaplarımızı, sosyal medya kullanımını azaltarak da başlayabiliriz elbette ama aslolan önce zihinde sadeleşmektir. Zihnimizi yoran şeyler neler? Egolarımız? İlişkilerimiz? Olumsuz düşünce kalıplarımız? Geçmiş yaşantılarımız? Gelecek kaygılarımız?
Tüm bunlardan bir anda kurtulmak mümkün değil elbette, hatta uzun vadede bile zor hayata geçirmek. Sabah uyandığımız andan itibaren gece uykuya dalana kadar zihnimizden binlerce düşünce geçer ve bunların çoğu maalesef nitelikli düşünceler değildir. Bitiremediğimiz işlerin, sürekli değişmek zorunda kalan planların, tamamlanmamış konuşmaların, ödenecek faturaların, ertesi gün yapılacaklar listesinin içinde dolaşır durur zihnimiz. Yani bir türlü odaklanamadığımızdan asıl isteklerimiz de savrulur gider.
Anda kalabilmek ve isteklerimize odaklanabilmek için öncelikle geçmişinizde takılıp kaldığınız ne varsa onlardan arının. Bunun için de affetmeyi öğrenin, önce kendinizi sonra da diğerlerini. Gözlerinizi kapayın ve gülümseyin size huzursuzluk veren hatalarınıza, pişmanlıklarınıza, size kötülük yapanlara. Saçma mı geliyor? Bence deneyin. Denemeye devam ettikçe duygularınızın değiştiğini fark edeceksiniz. Sizde ağırlık yapan ne varsa, kim varsa bırakın gitsin, zihninizi bu yükten arındırın ve özgürleşin.
İşte özgürleştiğiniz o anda başlayacak sadelik; önce zihninizde sonra çevrenizde.
Sevgilerimle,