Küçücük bir çocuktuk o zamanlar.
Komşuluğun, arkadaşlığın, aile olmanın daha farklı lezzetler verdiği,
Kimsenin bir diğerine yan gözle bakmadığı,
Yazlık sinemaların, dolmuş taksilerin, siyah beyaz tüplü televizyonların olduğu,
Betonlaşmanın olmadığı, asosyal hayatların sosyal medya üzerinden yalanlar uydurmak zorunda kalmadığı,
Komşunun çocuğuyla komşunun evine gidip ekmeğin arasında toz şeker koyarak yediğimiz,
Ardından mahalledeki tüm çocukları toplayarak hep birlikte evimizde film izlediğimiz zamanlardı.
Yaş olarak bizden büyük herkes sosyal ünvanı ne olursa olsun, abimiz ablamızdı.
Bir sıkıntımızda bizim kadar üzülür, sevincimizde bizim kadar sevinirdi herkes.
Bir sokağa sığmış içinde Türk, Kürt, Alevi, Çerkes ailelerin bulunduğu ve kimsenin bir diğerini ötekileştirmediği,
Belki bu güne göre çok daha zor, alım gücü çok daha az, teknolojik olarak çok daha geri
Ama çok daha sıcak, çok daha güzel, çok daha samimi günlerdi.
Adana için özel filmlerin, Adana’da çekildiği o günlerde ilkyazlık sinemaya annem babamla değil de komşularla birlikte gitmiş olmam bile aslında bu samimiyeti ve sıcaklığı ortaya koyan en güzel anılarımdan bir tanesi.
Öyle ya, doğum günümde ihtilal olmuş, kimse sokağa çıkamıyor.
Asker her iki adımda bir yolu kesiyor. Evlere baskın düzenliyor.
Daha sonra yaşı büyültülerek idam edilecek çocuklar evlerinden bir bir alınıyor.
Babam yurt dışında çalıştığı için Adana’da değil ve ben illaki o gün dünyaya geleceğim diye anacığımı tekmeleyip duruyorum. O sırada bile ilk yanımıza koşan, taksiyi çağıran, askerlere dert anlatan, bizi hastaneye yetiştiren bir komşumuz oluyor.
İşte öyle zamanlarda yani henüz samimiyetin ve sıcaklığın kaybolmadığı, hırsın, benmerkezciliğin, adam sendeciliğin, vurdumduymazlığın olmadığı, kumarın evlerimize kadar girmediği, âşıktan iddiaların kupondan iddaa’ya dönmediği o zamanlarda insanların en büyük eğlencelerinden birisi de futboldu.
Herkes kendi tuttuğu takımı tutması için telkin vermeye başlardı mahalledeki diğer çocuklara. Bazen de çeşitli vaatler ve hediyelerle gönlünü çelmeye çalışırdı çocukların.
Zannedersin ki kulübün sahibi kendisi ve komşusunun çocuğu kendi tuttuğu takımı tutarsa artan taraftar sayısından prim kazanacak.
Güneydoğu ve Doğu’dan ya da İç Anadolu’dan ne kadar göç alırsa alsın topraklarında barındırdığı insanlara kendi öz benliği ile kucak açan ve kültürel bir yapıyı inşa eden Adana her konuda olduğu gibi sporda da kendi havasındaydı.
Bu şehrin insanları memleketleri neresi olursa olsun bir süre sonra Adana takımlarına gönül verir ve Adana’da yaşayan insanlar takımları (o zamanki adıyla) 1. Lig’de de olsa, 3. Lig’e de düşse başka takım bilmezdi.
Elbette ki biz de o insanlardan birisiydik. Kahramanmaraş’tan kalkıp göçen bir aile olsak da, ata topraklarımızın gönlümüzde ayrı bir yeri olsa da Adana’yı kendimize memleket bilmiş ve biz de bir Adana takımına gönül vermiştik.
Çocukluk bu ya, birilerinin 3 büyükler dediği takımların maçlarına da ilgi gösterir hatta bazen hangisi şampiyonluğa yakınsa o takımı tuttuğumuzu da söylerdik ama mesele memleket(!) meselesi ise
ve 3 büyükler ile şehrimizin takımları karşı karşıya geliyorsa elbette safımız memleketimizin takımından yanaydı.
Adana Demirspor sevdası da içimize böyle bir zamanda düştü işte.
Rahmetli ağabeyim Serkan Kılınç hayatı boyunca başka takım tutmamış ve Adana Demirspor taraftarı olduğunu her ortamda gururla söylemişti. Öyle ki; "Tamam Demirspor’u anladık da 3 büyüklerden hangisini tutuyorsun" diyenlere hep; "Benim için tek büyük takım var. O da Adana Demirspor’dur" derdi.
Bense (neden bilmem ama) Adana Demirspor'un yanında bir de Fenerbahçe'ye gönül vermiştim. Zamanla Adana Demirspor adına fanatiklik seviyesine yükseldi taraftarlığım. Hatta bir ara taraftar gruplarıyla birlikte inletmeye başlamıştım 5 Ocak tribünlerini.
Şimdi basın tribününden izliyoruz maçları. Mesleğimiz nedeniyle maalesef o eski heyecanla izleyemiyoruz maçları.
Eğer bir Adana Demirspor taraftarıysanız rahat maç izlemek zaten size haram. Farklı öne geçseniz de rahat bir maç izleme imkânınız yok. Mutlaka bir şeyler oluyor ve 5 gol atabildiğiniz rakibinizden 6 yiyebiliyorsunuz.
Lige süper başlıyorsunuz, devreyi lider tamamlıyorsunuz belki ama sezonun son maçlarında kümede kalma mücadelesi verdiğinize şahitlik ediyorsunuz.
Yine de oynadığınız her maçta, ister tribünden ister televizyondan izleyin maçların Adana Demirspor’un her golünden sonra yüreğimiz adeta havalara uçacakmış gibi oluyor ya da mağlup olduğumuz bir maçın ertesinde ağzımızı bıçak açmıyor.
Ağabeyimin içimize düşürdüğü Adana Demirspor sevdası o gün bugün hiç eksilmeden devam ediyor. Bu sezonun ikinci yarısının ilk maçında beklenmedik ve alışılmadık bir şekilde rakibine 6 gol atan Adana Demirspor belki de yıllar sonra ilk kez taraftarına; "Acaba rakip buradan maçı çevirir mi?" duygusu yaşatmadan tamamladı mücadeleyi. İşte bundan sonra tüm maçların bu şekilde geçmesini ve artık ipi göğüslemeyi,
Adına süper denilen lige çıkacağımız senenin bu sene olduğunu görmeyi tüm kalbimizle istiyoruz.
Tribünlerde maviye sevdalı on binlerce asi yürek aynı düşünceye sahip bir şekilde, aynı anda haykırıyor;
“Süper Lig görmeden gömmeyin bizi…”
BİR ARAYA GELİP İDLİB'İN YANINDA DURABİLİR MİYİZ?
Bu ülkede genelde ara renkler yoktur. Bir şey ya siyahtır, ya beyaz.
Üstelik bunu akılcı bir şekilde destekleyerek, ya da karşı çıkarak da yapmayız.
İktidar ve muhalefet, aslında halkın da yansıması.
Bugün gelinen noktada iktidar dünyanın en iyi işini de yapsa muhalefet ona karşı çıkıyor,
Muhalefet güzel bir iş yapacak olsa iktidar önünü kesiyor.
Siyaset, kişisel ya da parti çıkarları ülke çıkarlarının önüne geçiyor.
İşin daha da garibi (zamanla tabi ki insanların fikirleri değişebilir ve farklı zamanlarda farklı düşüncelere sahip olabilirler ama) fikirlerimiz konjonktürel olarak değişiyor. Eğer bugün iktidara sahip partinin bir milletvekili ya da bakanıysak olumlu görüş ifade ettiğimiz bir konuyla ilgili muhalefet milletvekili olunca olumsuz bir duruş sergileyebiliyoruz.
Bu, son zamanlarda sıkça tartışılan Kanal İstanbul meselesinde de böyle diğer meselelerde de.
Mesela muhalefetten dün bu projeye sahip çıkan birileri bugün belli bir konuma gelince karşı çıkıyor,
Dün iktidara sahipken projeyi destekleyenler bugün projenin neden olmaması gerektiğini anlatıyor.
Mülteciler konusunda da durum böyle.
Tarihin her döneminde çeşitli milletlerden mültecileri bağrına basan Anadolu irfanı son zamanlarda özellikle içimizdeki kafatasçı milliyetçiler yüzünden (ki bunların büyük çoğunluğu hayata soldan bakan tipler) iflas noktasına geldi.
Etrafta üç tane Suriyeliyi yan yana görse kin ve öfkeden deliye dönecek duruma geliyor. Hâlbuki birkaç yıl öncesinde Ukrayna’da ve Gürcistan’da çıkan savaşlar sırasında hepsinin ağzının suyu akıyordu savaş mağduru mülteciler ülkemize gelsin diye.
Bu garabete en güzel örneklerden birisi de geçtiğimiz hafta yaşandı.
Muhalefet lideri İdlip’ten gelen herkesi ‘terörist’ ilan ederken partisinin bazı milletvekillerinin birçok ortamda teröristlerle kol kola girdiğini unutmuş gibiydi.
İktidar ise buna karşılık İçişleri Bakanlığı ve AFAD başta olmak üzere birçok kurum ve kuruluşla birlikte bir kampanya başlattı. Kampanya’nın adı; “Bir Aradayız, İdlib'in Yanındayız”
İllerde Valiliğin koordinesinde gerçekleşecek bu kampanyaya vatandaşlardan da destek bekleniyor ama henüz konuyla ilgili Adana’da sağlıklı bir tanıtım yapılmadı.
Konu kamuoyu ve basınla sadece bir mail aracılığıyla paylaşıldı. Hâlbuki yapılan toplantıya projeye destek vermesi beklenen kurum ve kuruluşların sorumluları katılmıştı. Açıkçası biz de orada birkaç şey sormak isterdik. Kim ne vaat etti. Hangi kurum ya da belediye ne destek verecek? Aralarında köstek olmaya çalışan var mıydı? Bilmek isterdik.
Meselenin siyasi duruşu bir tarafa ataları bundan 156 yıl önce Kafkasya’dan göç etmiş bir ulusun evladı olarak Anadolu halkının bu meseleye bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sahip çıkacağını biliyorum. İşte bu anlamda; Bir Aradayız, İdlib'in Yanındayız kampanyasını destekliyorum.
MERAK EDİYORUM
*Etnik köken ve mezhep üzerinden provokasyon yapmaya çalışan sözüm ona liderlere kim ne zaman dokunabilecek?
*Diyanet üzerinden başlayan tartışmalar ne zaman bitecek?
*Adamına, devrine, bulunduğumuz konuma göre şekil almaktan ne zaman vazgeçeceğiz?