Askerliğimi yaptığım dönemlerde ilk kez silah atış talimi yapacaktık. O güne kadar sadece adını duyduğumuz ya da filmlerde gördüğümüz silahları elimize tutuşturdular ve gösterdikleri hedefe doğru ateş etmemizi istediler.
Talimi yaptıran komutan ile aynı yaşlarda olduğumuz için bir muhabbetimiz oluşmuştu. Onun da verdiği bir rahatlıkla yanına gidip anti-militarist bir düşünceye sahip olduğumu ve silah kullanmak istemediğimi söyledim.
Önce garipsedi, devletin yönetim sistemi ve ordu ile bir sorunum olup olmadığını anlamaya çalıştı. Sonra komutanlık damarı tuttu ve yüksek bir sesle "Hadi bakalım sıra sende" dedi. Ben yine silah kullanmak istemediğimi ifade edince; "Benim açımdan normalde sorun yok ama buraya geldiysen, bu kurallara uymaya mecbursun" dedi.
Ben de askerliğin mecburi olmasından dolayı orada bulunduğumu ve benim silahımın kalem olduğunu, herkesin kendi işini yapmadı gerektiğini ifade ettim.
Kızmıştı. Sinirli bir tonda; "Madem zorla geldin, zorla da yapacaksın. Bunları öğrenmek zorundasınız. Yarın ne olacağı belli olmaz. Bizim derdimiz insan öldürmek değil, biz yaşatmak için savaşırız" dedi.
Tabi ki kurtulur yolum yoktu ve istediklerini paşa paşa yerine getirdim. Üstelik itiraz ettiğimden mi bilmiyorum bir de makineli tüfek zimmetlediler bana.
Askerlik boyunca bir tatbikat olduğunda o silahla dolaştım durdum.
Askerlik bitip eve döndüğümün üzerinden hayli uzun bir zaman geçmişti.. Fikirlerime güvenen ve bana saygı duyan bir arkadaş devletin savunma sanayine teknoloji geliştiren bir birimde çalıştığını söyleyerek, "Orada yaptığımız işler yeni silah veya bomba olarak ortaya çıkıyor ve ben bundan vicdani olarak rahatsız oluyorum. Ne yapmam lazım" diye sorduğunda aklıma o olay geldi. Kendisine anlattım ve amacını sordum. Kendisi devletine faydalı olmak istediğini. Dışa bağımlı olduğumuz zaman ülkenin ne hale gelebileceğini tahmin ettiğini ve bu yüzden güçlü bir Türkiye için çalıştığını söyledi.
Ben de niyetinin önemli oluğunu bugüne kadar Anadolu Devletleri'nin hiç bir zaman emperyalist bir zihniyetle yönetilmediğini hatırlatarak milli sanayinin önemine vurgu yaptım. ABD, Rusya, İsrail gibi katil devletlerin neler yaptığına bizim devletimizin ise mazlumlara nasıl sahip çıktığına dair örnekler verdim. O arkadaşım vermek istediğim mesajı almıştı.
Aradan yıllar geçti ve Suriye iç savaşına bir şekilde dâhil olduk. Zira hem terör örgütleri hem de emperyal güçlerin bölgedeki oyunları sonrasında hem vatandaşlarımızdan hem de askerlerimizden yüzlerce şehit verdik. Mesele bir beka meselesine dönmüştü. Devletimiz yaşadığı onca acıya rağmen sürekli diplomasi ile işi çözmeye çalıştı ama olmadı.
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı derken son olarak Bahar Kalkanı harekâtıyla bölgede bir alan oluşturuldu. Bu alan savaştan çok barışa yönelik oluşturulan güvenli bir bölgeydi ama mazlum halka orada da rahat vermedi zalimler..
Şimdi oyun yeniden başlıyor. Özellikle İHA ve SİHAlarımız rejim güçlerine büyük zayiatlar veriyor. Tüm bu saldırılar da hem ülkemizin huzuru hem de bölge halkının barışı için yapılıyor ama bunu bazı kesimler özellikle kaşıyor ve ters bir algı üzerine stratejilerini kuruyorlar.
'Savaşa Hayır' en büyük argümanları ancak bu argümanı sadece bizim devletimize yönelik kullanıyorlar. Yoksa ABD, İran, Rusya veya Suriye rejimine sözleri yok. Onlar mazlumları öldürürken böyle bir argümana hiç sarılmadılar.
Varsa yoksa kendi devletine ve kendi milletine yönelik bir garip tutum ve karşı yaklaşım.. Bunun adı muhalefet değil. Bunun adı işine geldiği gibi olayları çarpıtmak.
Hadi adını daha net koyalım; bu bir ihanet.
GERÇEKTEN 'İYİ' Mİ BÖYLE?
Şehit cenazesine gelmiş hanımefendi.
Olabilir mi?
Olur tabi. Adı üstünde milletvekili.
Milletin aslı gidiyorsa vekili de gidecek elbet.
Şehit cenazesine gitmemek olur mu?
Dedik ya, gitmeli elbet.
Orada olacak bir vekil.
Ama her iş gibi bu işin de bir adabı var.
Nedir adabı?
Ben olmayanı söyleyeyim o olanı bulsun.
Mesela podyuma çıkar gibi, ya da gazinoda sahneye çıkar gibi kürk ile olmaz.
Mesela ojeli tırnaklarla da olmaz.
Mesela erkeklerin yanına durarak olmaz.
Cemaatin önüne geçerek olmaz.
Mesela kameralara poz vererek olmaz.
Mesela bıyık altından gülerek olmaz.
Mesela 'haberim yokmuş gibi çek pampa' tarzında poz vererek,
O poza şehit babasını da 'alet' ederek olmaz.
Ne geçti acaba eline ablamızın?
PR yapayım derken bunca ah aldı. Ne geçti eline?
Danışmanı da bir şey dememiş hanım ablamıza belli ki.
'Yapma' dememiş.
'Ayıptır, etme' dememiş.
"Sen milliyetçi-muhafazakâr bir partinin bir milletvekilisin, bize yakışmaz" dememiş.
Belli ki işini yapacağına, dalkavukluk yapmış.
"Yakışır efendim,
Uygundur efendim,
Olur, efendim" demiş.
Yalamış da yalamış.
Partilisi bazı milletvekilleri de utanmadan;
"Ya ne olacaktı? Vekil arkada mı kalacaktı?" diyerek destek vermiş.
*
Başkaları adına utanmak diye bir kavram var.
Duymuşsunuzdur mutlaka.
İşte bu olay tam da onu karşılıyor.
Çok şükür bugün de başkası adına utandık. Hem de bir milletvekili..
Nasıl, İYİ mi böyle?
BİR GARİP İNSANLARIZ
* Suya atlayıp intihar etmek isteriz ama suya atlarken burnumuza sur girmesin diye burnumuzu tutarak atlarız
* Sıcaktan bunalırız, şikâyet ederiz, güneşe ateş ederiz ama hava biraz soğuyunca "Adana özüne dön" diye yalvarırız.
* Birlik ve beraberlikten bahseder ama bizim gibi düşünmeyen kim varsa aforoz ederiz.
BAHAR KALKANI
* Camilerden okunan Fetih Suresi bana Grup Selika'nın İnnâ Fetehna eserini hatırlattı
* Sınır kapıları açılınca Avrupa'ya mültecilerin varlığını hatırlattı.
* İHA ve SİHAlarımız dünyaya ülkemizin savaşı sevmediğini ama unutmadığını hatırlattı.