Eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz geçtiğimiz gün rahatsızlanıp hastaneye kaldırılınca sosyal medyada öldüğüne dair haberler geldi. Hal böyle olunca sosyal medya kullanıcıları iyi ya da kötü düşüncelerini paylaşma yarışına girdi Mesut Yılmaz için. Tabi Mesut Yılmaz'ı savunanlar eleştirenlere o klasik sözlerle yüklenmeye başladılar; "Siz nasıl Müslümansınız? Ölünün arkasından kötü konuşulmaz."
Ben, bu konuyla ilgili örfün güzel bir örf olduğunu ancak 'ölünün arkasından kötü konuşulmaz' denilirken topluma, insanlığa karşı yanlışları övüne övüne yaptıktan sonra ölenlerle ilgili değil kendi halinde yaşayan, kimseye zararı dokunmayan ancak fani bir kul olduğu için günaha girmiş insanlarla ilgili güzel şahitlik yapmak gerektiği anlamında olduğunu düşünüyorum.
Allah'tan bu yazı yazılana kadar Mesut Yılmaz ölmedi. Dolayısıyla bu yazıyı eleştirecek olanlar bana "Ölünün arkasında kötü konuşulmaz" diyemeyecek.
Mesut Yılmaz'ı ilk gençlik yıllarımda tanıdım. Uzun boylu, güleç yüzlü, yakışıklı ve genç bir siyasetçiydi. Bir de genç yaşında Başbakan oluvermişti. Hitabeti pekiyi değildi, konuşma güçlüğü çeker gibi cümle kurardı ama olsun. İyi bir insan olmasa genç yaşında Başbakan olamazdı ya… Bu düşüncelerim nedeniyle Adana'ya ne zaman gelse mitinglerine gittim. Saatlerce miting alanlarında bekleyerek dinledim kendisini. Turgut Özal'ın varisi gibi görüyordum Mesut Yılmaz'ı. O yıllarda her ne kadar henüz bir icraatını görmemiş olsam da arkadaşlarımla siyasi münazaralar yaparken onu övecek cümleler kuruyordum. Yani üzerinde çok hakkım var.
Biliyorsunuz ben kitabın ortasından yazmayı severim. Bu yazıda da öyle yapacağım. Ben, ergenlik döneminde 28 Şubat'ı yaşamış bir kardeşiniz olarak Mesut Yılmaz'a hakkımı helal etmiyorum.
O günlerde bu milletin insanlarına yaşatılan zulümleri görmüş/yaşamış birisi olarak nasıl helal edebilirim ki?
Allah aşkına siz söyleyin;
Göreve geldiğinde ilk ihaneti kendisini o makama getirenlere yapan ve Turgut Özal'ı kurduğu partiden uzaklaştıran bir insanla ilgili nasıl iyi şeyler yazayım?
Merhum Necmettin Erbakan'ın ağır sanayi hamlesi ile dalga geçen ve ağır sanayiye 'kambur' diyen bir insanla ilgili nasıl iyi şeyler yazayım.
Memleketi kumarhane cennetine çeviren ve sahil şehirlerine toplam 27 adet 5 yıldızlı kumarhane açan bir insanla ilgili nasıl güzel cümleler kurayım?
Yurtdışında bir kumarhaneye giden ve burada dayak yiyen, burnu kırılan bir siyasetçiyi nasıl savunayım?
Cuntaya ön ayak olan, onlar ne istediyse yapan, ne dediyse yerine getiren, "Siyasi hayatıma mal olsa da" diyerek mütedeyyin insanların yuvalarına ateş salan birisi ile ilgili hangi övücü kelimeleri bulayım?
İmam-Hatip öğrencilerine "Yarasa" diyen, İmam-Hatiplerin kökünü kazımak (o günlerde kullandıkları deyim buydu) isterken bütün meslek liseleri de bitiren, bu yüzden ara eleman yetişmediği için ülkenin büyük bir krize sürüklenmesine neden olan bir kişi ile ilgili hangi iyi dileklerimi ileteyim?
Türk Bank ihalesine fesat karıştırdığı için yargılanan ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner ile birlikte suçlu bulunan bir insanı ben hangi cümleler ile öveyim?
Hepsini geçtik; millete verdiği zarar yüzünden Yüce Divan'da yargılanmış ve ceza almış bir insan ile ilgili nasıl iyi şeyler yazayım.
Allah'tan hala ölmedi de şimdi rahat rahat yazıyorum; Ben Mesut Yılmaz'a da 28 Şubat'tın gerçekleşmesini sağlayan tüm aktörlerine de cuntacılara da onlara destek olanlara da hakkımı helal etmiyorum.
Yazımı Sezai Karakoç'un sözleriyle bitireyim;
"Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak.
Hâlbuki biz sussak, tarih susmayacak.
Tarih sussa, hakikat susmayacak.
Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak.
Hâlbuki bizden kurtulsalar, vicdan azabından kurtulamayacaklar, vicdan azabından kurtulsalar,
Tarihin azabından kurtulamayacaklar."