19 yaşındaydım basın yayın sektörünün içine girdiğimde. Radyolar, dergiler, gazeteler, internet siteleri, televizyon derken yaklaşık 20 yılımız geçmiş.
Bu süre içerisinde rızkımızı kazandığımız kurumların neredeyse tamamı milli manevi değerlere yönelik yayınlar yapan basın-yayın organlarıydı. Hal böyle olunca da okurlardan, dinleyicilerden yada izleyicilerden büyük bir kısmı ile muhatap olur, onların başına bir felaket geldiğini öğrendiğimizde ise onlara dilimizin döndüğünce hakkı ve sabrı tavsiye ederdik. Kolayca çıkıverirdi ağzımızdan cümleler. Öyle ya bizim için değil miydi sıkıntılar?Ayrıca dünya zaten inanan insan için çile yeri değil miydi? O zaman başa gelen çekilecekti. Yapacak yoktu sabretmekten başka.
Hele de mevzu ölüm olunca... Dinleyicilerimizin yada izleyicilerimizin birinci dereceden akrabaları ise hayatını kaybedenler, geride kalanların acısını paylaştığımızı zannederek beylik cümleler kurardık. Ölümün bir yok oluş değil diriliş olduğundan dem vurup sonu olmayan ahiret yurdundaki buluşmaya önden gidenlerin bizleri orada bekleyeceğini ve bir gün inşallah hiç ayrılmamak üzere buluşulacağını söylerdik. Öyle ya ölüm güzel şeydi.. Hem güzel olmasaydı Peygamber (sav) ölür müydü? Şeb-i aruzdu ölüm. Düğün, bayram gecesi.. En Sevgili'ye (cc) ulaşmanın sevinci olmalıydı içimizde...
Bir gün başımıza geldi. Kısa bir süre sonra bir daha. Uğruna canımızı vermeye hazır olduğumuz, bir saniye daha fazla yanında olabilmek, acılarını görmemek için her şeyimizi feda edebileceğimiz ailemizin iki önemli bireyi ayrılıverdi aramızdan. Ani olanını da yavaş yavaş geleni de tattık ölümün. O zaman anladım ki iş bizim bildiğimiz gibi değilmiş. Ateş gerçekten de düştüğü yeri yakıyormuş. Bize, dili döndüğünce hakkı ve sabrı tavsiye edenlere boş gözlerle bakmaya başlamıştım. "Bir ihtiyacın var mı? Yapabileceğim bir şey var mı? Ne zaman dersen 24 saat emrindeyim" şeklindeki samimi sözlerin bir anlamı yoktu. Hem, aynı acıyı tatmış mıydı ki o insanlar ahkam kesiyorlardı? Bekar bir aile danışmanının karı-koca yada ebeveyn-çocuk ilişkisi hakkında konuşması gibi saçmaydı söylenenler. Zira söylenenler, hiç bir yerde görülmediğini düşündüğümüz içimizdeki ateşin yüreğimizi cayır cayır yakmasını engelleyemiyordu. Hiç sönmeyecek, zaman zaman unutur gibi olduğumuzda bir bıçak yarası gibi kalbimize saplanıp yeniden ve daha fazla acıtacak ve ömrümüzün sonuna kadar bizimle yaşayacak bir derdin sahibiydik artık.
Bu anlamda dün acı bir haberdi sabahın ilk ışıklarıyla duyduğum. Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanlarından, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Adana Milletvekili Jülide Sarıeroğlu babası Şadi beyin ölüm acısıyla sarsılmıştı. Kim olursanız olun, nerede olursanız olun ne bir saat evvel ne bir saat geç.. Vakit dolduğunda gelip buluyordu ölüm meleği sizi. Şadi Sarıeroğlu için de öyle oldu. O da kavuştu Rabbine. Şu andan itibaren benim gibi hariçten gazel okuyanların söyledikleri bir teselli cümlesinden öteye gitmeyecek biliyorum ama Sayın Bakanımıza bir kaç ay önce aynı acıyı yaşamış bir kardeşi olarak baş sağlığı ile birlikte sabırların en yücesini diliyorum.
BASIN MI TOPLANTISI?
Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar dün bir basın toplantısı düzenledi.. Basın toplantısı ile ilgili ayrıntıları ve düşüncelerini toplantıya davetli gazeteciler zaten yazar.. Biz meselenin başka bir boyutuna bakalım.
Yaygın ve yerel basından seçilmiş çok sayıda isim dünkü toplantıdaydı. Seçilmiş yazıyorum zira özellikle Adana'dan yayın yapan basın yayın organlarından bir kısmının başında bulunan isimler veya basın bürosunun uygun görmediği kurum veya kişiler davet edilmedi toplantıya. Bu isimlerin büyük kısmı Zeydan Karalar'a muhalif olanlar bir kısmı da hayata soldan da baksa basın bürosundaki sosyal demokrat görevlilere kendilerini inandıramamış kişiler. Yani Büyükşehir Belediyesi Basın Bürosu bir nevi kendi medyasını oluşturup, akredite uygulaması yapmış oldu.. Böyle olunca da al gülüm ver gülüm bir basın toplantısı izledi herkes. Allah'tan işin namusunu kurtaracak bir kaç meslek büyüğümüz oradaydı da sorduğu sorularla ne kuşa ne deveye benzeyen ortamın biraz olsun basın toplantısına bürünmesini sağladılar.
Allah aşkına söyleyin basın mensubu yaptığı işleri anlatan bir belediye başkanını can hıraş alkışlar mi? Dün böyle oldu.
Merak ediyorum bir gazeteci karşısında oturduğu bir belediye başkanına "Sizin ne kadar özverili çalıştığınızı biliyoruz. Siz Adana için bulunmaz bir nimetsiniz. Ne sevap işledik de Allah başımıza sizi verdi?" mealinde cümleleri neden kullanır? Dün bunu yaptılar.
Biri beni aydınlatsın. Soru sormak için mikrofonu eline alan sorudan önce belediyenin basın bürosuna neden methiyeler düzen? Dün bu da yaşandı.
Geçtiğimiz dönemde tüm belediye başkanları ile en çok özel röportaja imza atmış birisi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki basın toplantısında Zeydan Başkan istediklerini anlattığı için O, amacına ulaşmış oldu belki ama diğer taraftan düşününce bunu yapmak için bu kadar çabaya gerek yoktu. Zira bir mail ile basın bürosu bu işi halledebilirdi.
Kimsenin dile getirmediğini de biz buradan yazmış olalım. Aslında bu toplantı Ak Parti İl Başkanı Şerif Güler'in salı günü düzenleyeceği basın toplantısına bir cevap niteliğinde olacaktı ancak Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Adana Milletvekili Jülide Sarıeroğlu'un babası vefat ettiği için o toplantı ertelenince Başkan Zeydan Karalar bugüne kadar gerçekleştirilen çalışmaları anlatmış oldu. Bizimkilere (!) de bol bol alkış fırsatı doğdu. Olur ya 3-5 kuruş daha fazla abonelik alırlar yarın bir gün belediyeden..
Ben soru soramadılar demedim gurban olduğum. Sordukları sorularla gazetecilik yapmayıp başkana güzel pas attılar. Bizimkiler (!) de bu işi iyi biliyor dedim. Aha! Dayıya sor..
YAKINDAN TAKİP ETMELİ
* Türkiye - Rusya ilişkilerini
* Hasta adam Avrupa ve yalnızlığa mahkum Amerika ilişkilerini
* Dünyanın yakında büyük bir patlak verecek ekonomik göstergelerini
BİR GARİPLİK YOK MU?
* Barış diyenin barışı, halk diyenin halkı, adalet diyenin adaleti katletmesinde?
* Laik devletin üstelik kurumlar kurup hem de bütçeden en çok payı ayırarak dine müdahale etmesinde?
* Eğitim sistemimizle bu kadar oynanmasına rağmen hala bir istikrar sağlanamamamış olunması ve okumuş cahiller ülkesine dönemimizde?