Bazı şeyleri kolay unutuyoruz. Bazen kısa hatırlatmalar ve ardından günümüze yansıyan gelişmeleri paylaşmak geleceği dizayn edebilmek açısından önem arz ediyor. Gel gör ki geleceği dizayn için de basiret ve feraset lazım ancak söz konusu erdemler çoğumuzda yok.
Bu yazıda önce, geçtiğimiz dönemde başlayan eğitimle ilgili olayları hatırlatıp sonra, bu yaşananların Ankara'dan Adana'ya uzanan günümüze yansımalarını sizlerle paylaşacağım.
Mart ayında, bir sonraki ay gerçekleşecek ara tatilin korona virüs salgını nedeniyle öne alınmasıyla başlayan, hala devam eden ve bir süre daha devam edeceğe benzeyen uzaktan eğitim modeline geçildi.
Geçildi geçilmesine ama o günden bu güne bu süreç bazı yeni yetme ve gamsız eğitimciler dışında kimseye yaramadı.
Ne idareciler ne idealist öğretmenler ne veliler ne de öğrenciler memnun bu durumdan.
Bakanlık memnun mu bilmiyorum ama Bakan Ziya Selçuk'un açıklamalarına bakarsanız keyifler yerinde gibi.
Hani, eski bir Millî Eğitim Bakanı'nın söylediği meşhur bir sözdür; "Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim." İşte bu söz kısmen de olsa şimdi gerçeğe dönüşmüş durumda. Mektepler kapalı ama maarifi maalesef idare edebilen yok.
EBA başlı başına büyük bir sıkıntı.
İmkânı olmadığı için, sistemin karışıklığından/işlemeyişinden derse giremeyenler, derse girip sistemden atılanlar, kotası yetmeyenler, vs. vs.
Gerçi Sayın bakanımız durumdan memnun. EBA canlı ders ile ilgili yaşanan sıkıntıya "Çok talep var, derse katılım fazla ki sistem çöküyor" diyor. Ne kadar güzel, ne kadar aydınlatıcı bir açıklama değil mi?
Bazı devlet büyüklerinin sözleri herkesin bilmesi için yurdun her köşesine yazılır ya bence bu sözü de aynı şekilde her tarafa yazmak lazım. Hatta yetmez tüm sınıflara çerçeveletip asmak lazım. Bu da yetmez Millî Eğitim Bakanı'nın altında çalışan tüm idarecilerin makam odasında da olması lazım.
Her gün onlarca hukuksuz uygulama hayata geçer olmuş.
İdareciler emri altında çalışan neredeyse hiç kimseye (çünkü çoğu siyasetten torpilli) laf dinletemez olmuş.
Bizim çocuklarımızı kendi çocuklarından önce düşünen, işini önemseyen okul müdürleri okulun ihtiyaçları için (çok özür dileyerek yazıyorum) adeta dilenciye dönmüş.
Öğretmenlerin itibarı hiç bu kadar ayaklar altına alınmamıştı. (Bu konuda 'eğitimci' olmaktan çok 'anlatıcı' olan keyif ehli öğretmenlerin payı da büyüktür.)
Adaletsizlik ve haksızlık hiç bir dönem bu kadar ayyuka çıkmamıştı.
Düşünebiliyor musunuz kendisi de özel okul sahibi olan Bakan Bey, devlet okullarında örgün öğretime müsaade etmiyor ama özel okullar ve etüd merkezlerinin açık olmasına ses çıkarmıyor.
Yani paranız varsa çocuğunuz şuan örgün öğretim alıp parası olmayan ailelerin çocuklarından daha avantajlı duruma geçebilir. Hukuksuz ve yanlı olmasını bir tarafa koyarak soruyorum; Bu durum 'eğitimde fırsat eşitliğini' de ortadan kaldırmış olmuyor mu? "Fırsat eşitliği daha önce var mıydı?" diye soracak olanlar çıkacaktır. Onlar da haklı.
Ziya Selçuk'a konuyu sorduğunuzda elbette kabul etmiyor ve böyle bir şey olamayacağını söylüyor ama gerçek onun dediği gibi değil.
Bakan Bey'in branşı yanlış hatırlamıyorsam sınıf öğretmeni ama bir edebiyatçı kadar güzel edebiyat yapıyor. Bunda aldığı psikoloji eğitiminin etkisi de büyüktür elbette ama millet ondan laf değil icraat bekliyor.
NOT: Bugün genelde yaşanan sorunları yazıp bir çerçeve çizdim. Devam yazısında Millî (!) Eğitim'de Adana özellinde yaşanan skandalları ağzınız açık okuyacaksınız.