Türkiye’nin neresinde nükleer santral söz konusu edilirse, aklıma halkın sonunun tercihi gelir. Nükleer tehlike öyle yok edicidir ki, risk gerçekleştiği anda etrafındaki canlılığı uzun yıllar boyunca yok eder.
Adana, çevresi elektrik santralleri ile çevrilmiş bir şehirdir: dağlarında hidroelektrik, deniz kıyılarında termik santraller bulunmaktadır. Yeni yapılacak santraller ile sayının daha artacağı da bilinmektedir. Her bir santralin kendi alanında çevreye ve sosyal hayata önemli zararı olsa da, nükleer santraller gibi yok edici bir zarar, bu santrallerin hiç birinde bulunmamaktadır.
Her santral, birer işletmedir. Her işletmede yönetim ekipleri ile beraber, çok sayıda mühendis, tekniker, teknisyen, usta ve işçi çalışmaktadır. Tüm bunların eğitim alanları ve düzeyleri farklı olsa da, yabancılar dışında, eğitim adına tek ortak noktada buluşurlar: hepsi Türkiye’de yaşamış, Türkiye’de yetişmişlerdir. Yani?.. Yaşadıkları ülkede insanın kıymeti düşüktür, yaşadıkları toplumun iş güvenliği bilinci yeni yeni oluşmaktadır.
Bu gün bile tüpü çakmakla kontrol eden tüpçüler, petrol istasyonlarında sigara içen pompacılar ya da müşteriler sık sık karşımıza çıkmakta iken, nükleer santral işçilerinin iş güvenliğinde ileri düzeylerde olmasını beklememek gerekir. Aynı şey, bu toplumda yetişen mühendisler için de geçerlidir.
İş güvenliğine dikkat çekmek amacıyla, işletme girişlerinde büyük panolar oluşturulur. Bu panolar vasıtasıyla, o işletmede ne kadar zamandır kaza yaşanmadığı ilan edilir. Panolar, aynı zamanda iş güvenliği ekipleri için övünç göstergesi olarak değerlendirilir: İşletmede ne kadar az kaza var ise, iş güvenliği çalışmaları da o kadar başarılıdır. Ne yazık ki bu panolar, iş güvenliği ne kadar başarılı olursa olsun, bir süre önce o işletmede kaza yaşandığını da belli etmektedir. Ne kadar özen gösterilirse gösterilsin, Türkiye’de her işletmede en az bir kaza vardır ve bunların bazıları ölümcül kazalardan oluşmaktadır. Böyle bir ülkede, nükleer santrallerde kaza olmayacağı ve bunlardan bazılarının da önemli kazalar olmayacağı söylenemez.
Türkiye’nin fıtratında, kazaya karşı önlem almanın bulunduğu düşünülemez. Önlemler, genellikle kazadan sonra alınmaktadır. En önemli önlem, uyarı etiketleridir. Bir çukur var ise, yanında uyarı etiketi yeterlidir. Etrafını çevirerek önlem almak için birinin çukura düşmesi beklenir. Bir kaza gerçekleşirse, herkesin diline düşer ve yetkiliye karşı ver yansın edilir. Aradan biraz zaman geçtikten sonra ise her şey unutulur. Medya takip edilirse, bu tür olayların belediye, valilik, şirket, şahıs vb her alanda yaşandığı rahatlıkla görülebilir. Türkiye’de yapılacak bir nükleer santral, yine benzer kişi ya da kurumlar vasıtasıyla yapılacak ve işletilecekse, uyarı etiketlerini aşan bir önlem nasıl beklenilebilir.
Nükleer santraller için her işlemin otomasyona ve birkaç güvenlik önlemine tabii olduğu iddia edilse de, her işin bir noktası insan faktörüne dayalıdır. Türkiye’de insan faktörü, bir nükleer santraldeki prosesleri gereğince yönlendirecek yapıya, en azından şimdilik, sahip değildir. Bu gün yapılan her santral, aslında o bölgeye yerleştirilmiş nükleer bir bombadır. Her an patlayabilecek ve etrafındaki yaşamı yok edecek bir bomba.