Adana caddeleri ve kavşakları aday ve parti afişlerinden geçilmiyordu..
Gerçi Büyükşehir Belediyesi bir çok afişi toplayıp çevre temizliği yapmış ama, bazıları torpillio olacaklar ki, hala cadde ve kavşaklarda asılı duruyorlar..
Bu afişler ve billboardlar için adaylar milyonlarca lira harcıyorlar..
Örneğin iyi siyasetçi olmak isterken yolu bir başka partiye düşen adayın birinin sadece afişler için üç milyon lira harcadığı söyleniyor..
Daha bunun seçim bürosu var, otobus ve minbüs giydirmesi var..
Seçimde kullanılan propaganda malzemelerinin tamamı dolara endeksli malzemeler..
Dolar arttıkça, bunların da fiyatı artıyor, dolayısıyla adayların cebinden çıkan para da artıyor..
Çevre ve gürültü kirlilğini yaratan seçim afişlerinin adaylara bir yararı var mı derseniz, hiç yok..
Türkiye’de yaşayan herkes politik..
Hepsi aslında adaylar kadar siyasetçi..
Bir çoğu, siyaseti, adaylardan bile iyi biliyorlar..
Yani herkesin hangi adaya oy vereceği daha listeler açıklandığında belli..
Öyle, aday çok para harcadı, he tarafı afişlerle süsledi, giydirdiği araçlar caddelerde bangır bangır ortalığı titretti diye, kimse “ garibim çok harcama yaptı, sandığa gidince ona oy vereyim” demiyor..
Toplumun yüzde doksan dokuz buçuğu seçim afişlerinden seçim müziklerinden etkilenmiyor..
Afişlere bakıp tercihite bulunmuyor ya da tercihini değiştirmiyor..
Partisine ya da adaya kızanların bile gideceği ikinci adres daha listeler açıklandığında belli..
Demem o ki, ey siyasetçiler, ey afişlerden vee bangır bangır bağırarak yollarda dolaşan araçlardan medet umanlar yanılyorsunuz..
Yaptıkların size oy getirmeyecek..
Oy beklerken cebinizden çıkan milyonlarca liranını uçup gitmesinin izleyeceksiniz..
Savurduğunuz milyon liralar size oy olarak dönmeyecek..
Hele bir de başkan ya da meclis üyesi seçilemezsniz gitti paracıklar, yandı gülüm keten helva..
Zafer Partisi’nden bu kadar mı korkuyorsunuz
Ne güzel kendi halinde giden seçim çalışmaları, sandık günü yaklaştıkça bildik görüntülere sahne olmaya başladı..
Kimileri rakip gördükleri parti ve adayların afişlerine, seçim merkezlerine saldırmaya başladı..
Her ne hikmetse, son günlerde saldırıya uğrayan Zafer Partililer oldu..
Zafer Partisi’nin çadırı yakıldı, pankartı korumak isteyen mensubu saldırıya uğrayıp bıçaklandı..
Çadır yakma olayı İstanbul Kartal’da; bıçaklama olayı Ankara Etimesgut’ta yaşandı..
İstanbul’da çadır yakmanın yanısıra Zafer Partisi pankartlarına da sistemli olarak saldırı yapılıyor..
Amnklara Etimesgut’ta bir grup Zafer Partisi pankartlarını indirmeye çalışıyor. Karşı çıkan Zafer Partili yurttaş da pankartı indirenler tarafından bıçaklanıyor..
Konuştukları zaman Zafer Partis’ni küçük bir parti olarak nitelendiriyorlar..
Dikkate alınacak bir parti olmadığını iddia ediyorlar..
Lakin, küçük olduğunu dikkate değer bulmadıklarını söyledikleri partinin pankartlarına ve çadırına tahammül edemiyorlar..
Zafer Partisi’nden bu karar mı korkuyorsunuz?
Küçük gördüğünüz bir partiden bu denli korku neden?..
Türkeş ve Kon Dergisi
Türk milliyetçileri İttihat Terakki döneminden beri, ülkenin sorunlarını çok önceden gören ve önlem alan bir bir anlayışla hareket etmişleridri..
Alparsan Türkeş ve MHP de, Türk milliyetçiliğinin bu özelliğini taşıyan ve yeri geldiğinde tüm kamuoyuna gösteriyorlardı..
Örneğin Kürtçülük/PKK olayında olduğu gibi..
Türkeş ve MHP, daha PKK yeni yeni kurulmaya çalışılırken tehlikenin varlığını taa 1977’lerde görmüşlerdi..
Daha o zaman önlem almak için harekete geçmişti merhum Türkeş..
5 Haziran 1977 seçimlerinden sonra Alparslan Türkeş, Genç Ülkücüler Teşklilatı ve Ülkücü İşçiler Birliği’nin kurucu Genel Başkanı Salih Dilek’i yanına çağırmış ve ülkücü gençlerden gitgide artan doğu sorunları ile özel ilgilenmelerini, ülkenin geleceği bakımından bu bölücü güçlere karşı bölge halkını uyanık tutmak ve organize etmek için teşkilatlanmaya gidilmesi konusunda talimatlar vermiş, bu husustaki görüşlerini de anlatarak yol göstermişti.
Salih Dilek de, de bu konularda daha deneyimli olan Ergani Çüngüş bölgesindeki Şadili aşiretinden Diyarbakır Ülkücü Gençlik Teşkilatının kurucu başkanı Vedat Güldoğan ve Urfa’nın Öncel aşiretinden Ankara’daki ülkücü işçi hareketinin önderlerinden Abdurrahman Öncel’e durumun önemini anlatarak kendilerine bu konuda özel faaliyet göstermelerini ricasında bulunmuştu..
Vedat Güldoğan ve Abdurrahman Öncel de zaten aynı şeyleri düşünüyorlarmış. Güldoğan ve Öncel ayrıca Türkeş’le görüştüler ve yakın dostlarıyla birlikte derhal ciddi faaliyetlere başladılar.
Bu çalışmalar sonunda l979 yılında Türk milliyetçileri adına yarı Kürtçe yarı Türkçe olan, Türkçe’de oba-çadır manasına gelen KON Dergisini çıkarıp onun etrafında da legal bir teşkilat kurmaya başladılar.
“Alevisiyle, Sunnisiyle, Türkmeniyle, Kürdiyle bütün canlar bir olsun”sloganının kullanan Dergi, ilk sayısındaki yazıda amacını, ve “KON gazetesi, tamamen Doğu ve Güneydoğumuzu ilgilendiren konulara el atacak ve bunları devamlı işleyecektir. Dış düşmanlar tarafından atılan tohumların yeşermeden kökünün kazılması amacımızdır… Doğu’da sevgi, birlik bütünlük, beraberlik ve kardeşlik duygularını güçlendirmek istiyoruz...” diye açıklamıştı.
Dergi Ocak 1979’da on bin basılan derginin tamamı güneydoğu illerinde dağıtılmıştı.
Urfa’da KON dergisini dağıtan Öncel’lerden iki genç, çocuk katili bölücü eşkıyanın adamları tarafından öldürülmüş ve bu çatışma istemediğimiz olaylar da dahil, kanlı bir şekilde değişik mecralarda devam etmiştir.
Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından Kawa, Roja Welat, Özgürlük Yolu ve Halkın Kurtuluşu adlı Kürtçü ve sol dergilerle birlikte kapatıldığı için sadece bir sayı yayımlanan KON Dergisi ülkücü mücadelenin özel bir bölümüdür.
Bu konu ülkücü hareketin Türkiye’nin meselelerine ne kadar ciddi baktığını ve uzakları gördüğünün açık bir belgesidir.
Tabii, KON Dergisini kapatanların da ne denli dar görüşlü olduklarının da!..