Cumartesi günü Türkiye Komünist Partisi Adana Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kubilay Altuntaş’ın konuşmacı oalrak katıldığı etkinliği izledim..
Altuntaş, TKP’nin belediyecilik anlayığı hakkında doyurucu bilgiler verdi..
Gördüğüm kadarıyla da, dersine iyi çalışmıştı..
Meslek örgütlerinin kentin sorunları ve çözüm yollarının ilgilendiren konularda hazırladıkları araştırma raporlarını da dikkatli biçimde incelediği anlaşılıyordu..
Soru yanıt bölümünde, haliyle oyların bölünmesi de soruldu..
TKP’nin aday çıkararak CHP’nin oylarının bölüp bölmediği sorusuna Kubilay Altuntaş ilginç bir yanıt verdi:
“Zaten oyları bölmek için geliyoruz. Siyasal partiler oyları bölmek için kurulurlar. Bir başka partiye oy toplamak için parti kurulduğu görülmüş müdür?”
Yanıt aslında, son yıllarda “oyları bölmeyelim” kampanyasıyla unutuğumuz bir gerçeği yeniden anımsatıyordu bizlere..
Siyasal partiler, çözüm yollarını anlatmak ve halkın oyunu almak için kurulur ve mücadele ederler..
Televizyon ekranlarında kesilen ahkamlar, gazete köşelerinde yazılanlar, sosyal medyada seçimlere tek başına gireceğinin açıklayan partilere karşı yürütülen “bölüyorsunuz, iktidara hizmet ediyorsunuz” kampanyalarına bakınca, Kubilay Altuntaş’ın dile getirdiği gerçeği unuttuğumuz, başka partilerin bir partiye payanda olmasını siyasal bir gerçeklik, uygulanması zorunlu bir kural, seçimlere katılan partileri karşı tarafa hizmet eden hainler olarak görmeyi kanıksadığımızı anlıyoruz..
Toplumumuzun büyük bölümünün gerçeklği bırakıp sanal bir gerçekliğin kuyruğuna takıldığını görüyoruz..
O nedenle, Kubilay Altuntaş’ım, unuttuğumuz gerçeği anımsatması çok yerinde oldu..
İbretlik bir davranış
Sosyal medyada bir hanımefendi, babasıyla yaşadığı diyaloğu anlatmıştı..
Hanımfendinin anlattıkları, unuttuğumuz bir hasletimizi dile getiriyordu aslında..
Ve bugün kimilerinin kurduğu büyük relamlar yaptıkları iftar sofraları ve gıda yardımlarında iyi özelliğimizden ne enli uzaklaştığımı da anlatıyodu..
Şöyleydi hanımefendinin anlattıkları:
“Biraz fasulye ve biraz pilav alarak bakır bir tepsiye koydum.
Üzerine patlıcan, salatalık ve bir kaç tane kayısı ekledim....
Tam dışarı çıkacaktım ki babam sordu:
“- Nereye gidiyorsun kızım ?”
“Ninem bunları kimsesiz yaşlı adama götürmemi söyledi” diye cevap verdim.
Bunun üzerine babam:
“- Şöyle yap.
Mutfaktan bir kaç tabak daha getir.
Her bir şeyi ayrı tabağa koy ve tepsiyi güzelce düzenle.
Yanlarına kaşık, bıçak ve bir bardak su da koy, öyle götür” dedi.
Dediklerinin hepsini yaptım ve elimdekileri dedeye götürdüm.
Dönünce babama neden böyle yapmamı istediğini sordum.
Babam :
- Yemek ikram etmek ‘Mal’ sadakasıdır.
Bir şeyi düzgün vermek ise ‘Gönül! sadakasıdır.
Birincisi karnı doyurur; ikincisi ise kalbi doldurur.
Birincisi, kimsesiz dedeye, yardım isteyen dilenci hissini verir.
İkincisi, yakın bir dost, iyi bir misafir olduğu hissini verir” diye cevap verdi ve devam etti :
-Maldan vermek ile gönülden vermek arasında büyük bir fark vardır.
Gönülden olanın hem Allah katında hem de insanlar yanında değeri daha büyüktür, dedikten sonra biraz durdu.
Sonra gözlerimin içine bakarak sözlerini şöyle tamamladı:
- Bak yavrucuğum. Yapacağımız ikramlar, sevgi ve iyilikle birlikte olsun. Sakın aşağılayıcı ve küçük düşürücü olmasın.”
Bir gün, tüm insanlarımızın çoktan yitirdikleri o eli öpülesice babanın anlayışına yeniden kavuşmalarını diliyorum..
Dünya o baba be onun gibi davrananlarla güzelleşiyor..