Altın yüzüğüm kırıldı,
Suya düştü su duruldu.
Dediler yârin de gelmiş,
İnce de belim kırıldı.
Tel tel tellerine,
Kurban olam dillerine..
**
İş yerinde bir arkadaş defalarca dinletmişti bu türküyü; "Bak dinle abi! Ne kadar da güzel söylüyorlar" diyerek. Aslında hareketli bir türkü olduğunu bildiğim için çok dinlemek istemesem de arkadaşın zoruyla her gün en az 2 defa dinlemek zorunda kalıyordum. Onlarca kez dinlememe rağmen türkü, elimde hediyen, aklımda sen, bir mağaza önünden geçerken duyduğum o 15 saniye kadar bile etkilemedi beni. Sence neden?
Soru sormayı çok seviyorum ben. Peşinen söyleyeyim; ben sorarım. Öğrenmek için sorarım, onaylatmak için sorarım, inanmak için sorarım, sevmek için sorarım, uzaklaşmak için sorarım, nefret etmek için sorarım ama hep sorarım. Şimdi içinden; "işime gelmeyen hiçbir soruna cevap vermiyorum nasılsa. Gene vermem istemedikten sonra" diyorsun belki de. Haklısın ve benim buna yapacak bir şeyim yok maalesef. Bu durum hayatta en aciz kaldığım an ve gerçekten bir şey yapamıyor olmam daha da kahrediyor içimdeki sancıyı.
**
Acımasız olma şimdi bu kadar,
Dün gibi, dün gibi çekip gitme.
Bırak da sarılayım ayaklarına,
Kum gibi kum gibi ezip geçme...
**
N'olur kızma bana. Seni rahatsız etmek gibi bir amacım yok asla. Neden bilmiyorum, sana yazmak duygusu şuan dünyada ki en ağır arzum. Yani demem o ki; şuan idam edilecek olsam ve bana son dileğimi sorsalar, bir kâğıt ve bir kalem isterdim sana yazmak için.
Gece, kendi halinde akıp gidiyor. Sanki daha fazla uzuyor böyle anlarda. Mutfak masasına kuruldum, gözlerinle buluşacak satırlarımı oluşturuyorum. Nereden başlasam bilemesem de bilmeni isterim ki bir aşk itirafı değil bu mektup. İnsanın büyükleriyle(!) ilgili öyle düşünceler kurması da olmaz zaten. “Ne peki?” dersen; sadece bir kafa karışıklığı. Hem ben, haddimi de bilirim açıkçası ama aklıma takılan bazı şeyler var;
Sen, özel görevlendirilmiş bir melek misin?
**
Haklısın, biraz geç karşılaştık.
Oysa hiç konuşmadan anlaştık.
Bazı şeyler var ki söylenmiyor.
Biz senle sözleri susarak aştık.
**
Dışarıdan baktığında hayatın tüm güzelliklerini yaşar gibi biri olsam da aslında zindan karası bir hayatı olan, gözlerine perde çekilmiş gibi yaşayan, içimi yakan sancılarla ve bir tek benim (artık kısmen senin de bildiğin) acılarımla yaşamak zorundayım. Kırgınlıklar bir mıh gibi kalıyor insanın örselenmiş geçmişinde. İnsanın yüreğini kemiriyor her bir hatası. Bu yüzden bazen, gitmek istiyorum çook uzaklara. Yalnızlığın en koyusunu sindirip tüketmek/tükenmek istiyorum.
Bir zaman sonra acıyla nasırlaşmış yürekleri kolay kolay hiç bir hadise paralayamıyor. Tuz-buz olmuş hayatlarımız her şeye rağmen bir umut çırpınıyor. Yürek, dimdik ayakta kalıp savaşa var gücüyle devam ediyor. Kafa tutuyor hayata. Ben hayatın sürprizlerini, tesadüflerini severim. Hatta acılarını bile. O acılar ki bir süre sonra bize güzel yarınları vadederek tebessüm ettirebiliyor.
Sana genellikle geceleri yazıyorum ben. Yaşadıklarım; en acılısından, en tatlısına en çok geceleri çalıyor kapımı. Bu, kederden yana mustarip olan bütün insanlar için aynıdır.
**
Seni düşüne düşüne düşüme bile giriyorsun.
Onun için böyle geceleri ben sever oldum.
Yollardan geçtiğin gibi benden de geçer misin?
Senin olmadığı yerde ateş yok güneş yok.
**
Ne yaptık biz yahu? Daha tanışırken selam verip saatlerce konuşmak üstelik bunları konuşurken sanki kırk yıllık dost gibi birçok meseleye değinmek nasıl bir aklın ürünü olabilir? Filmlerde olur sanıyordum tüm bunlar.
Bazı değişimler ve yenilikler çok zor, zahmetli iştir kimileri için. Yeni birini tanımak, onu anlamak ve kendini anlatmak. Biz seninle bu yolda fark etmeden epey mesafe kaydettik, başardık. Seni ilk tanıdığım anlarda da sana karşı yabancılık hissetmedim ben. Şaşırdım. Çünkü kolay kolay yüreğimi açıp, yaralarımı açığa vur(a)mam ben.
Yakınlık kurmaya çalışmak bir risktir. Acı verebilir. Öte yandan kendimizi görebilmenin ve geliştirebilmenin tek yolu da budur. Ben yaralarımı seninle sardım. Umudumu tek sözüne bağladım. Bekledim seni, özledim, kıskandım. Bir gün her şey değişir sandım.
Belki kader yüzümüze güler, kapılarını bize de açar
ve yağmurdan sonra ortaya çıkan gökkuşağı gibi rengârenk bir hayat
ve toprak kokusu kadar güzel,
ve burnuna dolan hafif bir rüzgâr esintisi huzur veren,
ve dallarda kuşların cıvıltısı kadar şen bir hayat belki bizi de bulur.
Olur, mu olur. Belli mi olur?
**
Ay doğar aşmak ister,
Top zülüf yaşmak ister.
Şu benim deli gönlüm;
Yâre kavuşmak ister.