Bir süredir, malumunuz İsrail devleti, masum olan kadınları, bocukları kısaca savunmasız insanları öldürüyor. Onlar tabiri caizse gâvurluklarını yapıyor.
Biz ise ne yapıyoruz? Safımızı karınca misali belli etmemiz lazım.
Nemrud, ona karşı gelen Hz. İbrahim peygamberin ateşte yakılması emrini vermişti...
Meydanda odunlardan büyük bir yığın yapıp odunları tutuşturmuşlar. O kadar büyük bir alevmiş ki, bulutlara kadar yükselmiş. Bütün hayvanlar ateşten korkmuş kaçmış. Nemrud, ne güçlü bir kral olduğunu herkes anlasın, görsün istemiş. Nemrud’un askerleri İbrahim peygamberi mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış.
Bu sırada göklere kadar varan ateşe doğru bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile telaşla gidiyormuş. Başka bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş:
Acele ile nereye gidiyorsun?
Telaşla yetişmeye çalışan karınca, ağzındaki bir damla suyu ellerinin arasına alıp cevap vermiş: Haberin yok mu? Nemrud, İbrahim peygamberi ateşe atacakmış. Meydana ateşin olduğu yere su götürüyorum.
Diğer karınca kahkahalarla gülerek demiş ki: Senin yanan büyük ateşten haberin yok mu? Ateşe hiç bakmadın mı? Ne kadar büyük, senin bir damla suyun ateşe ne yapabilir ki?
Bir damla su taşıyan karınca: Olsun, hiç olmazsa hangi taraftan olduğum anlaşılır.
Tarafımız Zalimden değil mazlumdan yana olsun.
Onun için, Boykot yapılmalı.
Zalimin malı alınmamalı.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Yahudileri kuşatma altına almıştı. Ama onlar muhkem evlerine çekilmişlerdi. Bugün Demir Kubbe dedikleri savunma sistemini o gün de kurmuşlardı. Evleri yüksek, kaleleri sağlam ve ulaşılması imkânsızdı. Peygamber efendimiz, Sahabesi ile birlikte uzun bir süre dışarıda bekledi ama bir türlü kale gibi korunaklı evlerine giremedi.
Çünkü onlara ok atsan sana geri dönüyordu. Taş atsan yetişmiyordu. Bağırsan sesin yetişmiyordu.
Evleri aşılmıyor, duvarları yıkılmıyordu. Günlerce bekledi İslam ordusu. Ama Yahudiler kalelerden çıkmıyordu.
Müslümanların stoku tükenmek üzere, moralleri bitmek üzereydi. Günlerce beklediler. Ama nafile!
Bu uzun bekleyişten sonra Peygamber Efendimiz yeni bir strateji geliştirdi.
Hurma ağaçları kesilecekti!
Yahudilerinin ekonomik kaynakları birer birer kesilecekti. Servetleri devrilecekti. Gelecekleri köklerinden kazınacaktı. Zira Yahudi için para, servet, zenginlik her şeydi. Ağaçlar kesildikçe Yahudiler kahroluyordu.
Ağaçlar kesildikten sonra burada kalmanın da bir anlamı kalmayacaktı.
Yahudiler, ağaçların kesildiğini gördü. Zaten bir kaç ağacın kesilmesi yeterli idi bu yüzden pes etmek zorunda kaldılar.
Sonunda anlaşma yoluna gittiler ve taşıyabilecekleri kadar yükle bölgeyi terk etme kararı aldılar.
Bugün belki buradan, Hurma ağacı kesemeyiz ama onların ürettikleri malları almayarak zalimin ekonomisine zarar verebiliriz. Bizde Peygamber Efendimizin stratejisini yapabiliriz. Evine giren her Yahudi malı, bir ağaç gibidir.
Gücümüzün yettiğini yapalım. Vatandaş bunu yaparken, yerli üreticiler de indirim yapsa ne güzel olur. Hem üretim yapan hem de tüketen kazanır. Ayeti kerimede, "Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa mutlaka karşılığını bulur" diyor Rabbimiz..