Televizyonda Kur’an okunurken secde ayeti okundu. Secde etmem gerekir mi?
Hanımlar özel hallerinde Kur’an dinlerken secde ayetini duyduklarında secde yapmaları gerekir mi?
Kur’an-ı Kerim’de 14 secde ayeti vardır. Bunlardan herhangi birini okuyana, dinleyene veya işitene tilavet secdesi yapması vaciptir.
Secde ayetini televizyon, radyo, telefon vb. aletlerden dinleyen veya duyan birinin ya hemen (Müstehab olan hemen yapmaktır.) veya daha sonra tilavet secdesi yapması vaciptir.
Hanımefendiler özel hallerinde (Ay hali veya lohusalık hali gibi) secde ayetini dinlediklerinde veya duyduklarında tilavet secdesi yapmaları gerekmez. Bu durumda, onlara namaz kılmak farz olmadığı gibi tilavet secdesi de vacip değildir.
Secde ayetini yazmak veya secde ayetine bakmakla da tilavet secdesi vacip olmaz.
*
Yazın tarlalarımızdaki ekinleri biçer mahsulü kaldırırız. İkinci bir ürün almak için biçilen mahsulün anız denilen saplarını yakarız. Bu yakma işi dinimizde caiz midir?
Ateşle azab etmek, ateşin yaratıcısı olan Allah ( cc )’tan başka hiç kimse için meşru değildir. İnsan için canlıyı yakmak caiz değildir. Bunun için ne olursa olsun anız yakmak haramdır. Günahtır. Karınca gibi milyonlarca yerin üstünde ve altında yaşayan birçok canlı yanmaktadır. Ayrıca hava kirliliği yaparak kul hakkına da girilmektedir.
Bunu yapanların dünyada da, ahrette de halleri iyi olmaz.
*
BEYAZİD-İ BİSTAMİ (K.S)
Beyazid onun künyesidir. Esas adı Tayfur, babasının adı İsa'dır. Hicrî ikinci, Milâdî dokuzuncu asırda yaşamıştır. Derdi ki: “Allah’ım, bu kulları, onlardan bir gayret olmadan yarattın. Onların arzusu olmadan, boyunlarına bir emanet yükü vurdun.
Bu halleriyle, onlara yardım etmezsen, kim yardım edecek?.”
Bir gün, kendisinden farz ve sünnetin tarifini istediler.
Şöyle cevap verdi: “Sünnet, dünyayı tamamen terk etmektir.
Farz ise, Mevlâ ile sohbettir.” Sonra biraz daha açıkladı:
“Çünkü Peygamber (s.a.v.) Efendimizin bütün sünneti; dünyayı kalbe sokmamaya delâlet eder. Farzların bir emirler külliyesi olan Kitaba gelince; O da, Mevlâ ile sohbete çağırır.
Çünkü O'ndaki kelâm; şanı yüce Allah’ın sıfatlarından, kelâm sıfatının tecellisidir.” Derdi ki:
“Nimetler, insanda devamlıdır. Onlara yapılacak şükür de ezelî ve ebedî bir vasıf taşımalıdır.” Bir gün biri geldi: İnsan ne zaman tevazu‘ halini bulabilir, diye sordu.
Şu cevabı verdi: “Nefsine ne bir hal, ne de bir makam tanıyacak ve halk içinde kendisinden daha hakir kimse olacağını aklına getirmeyecek.”
Bir gün, Bistam âlimlerinden biri, Bayezid'in yanına geldi ve:
Yâ Beyazid! Bu ilim sana nereden, kimden vergi, dedi.
Şu cevabı aldı: “Allâh'tan. Allâh'ın nimeti. O’nun zatından. İzahı gayet kolay.
Peygamber (s.a.v.) Efendimizin şu Hadîs-i Şerifi'ni, tam ma‘nâsıyla okursan, anlarsın:
Bir kimse bildiğiyle amel ederse; Cenâb-ı Hakk ona, bilmediğini ihsan eyler.” O gelen âlim, bu cevap karşısında sustu. (İmam-ı Şa'rânî (rh.a.), Tabakâtü'l-kübrâ,)
Kalın sağlıcakla.