1945 yılı yapımı bir Fransız filmini izlemiştim yıllar öncesinden, aklım da kalan 45’lerin Fransa’sının o yılların İstanbul’undan bugüne oranla çok da farklı olmadığı. Kore veya Çin’i söylemeye gerek bile yok. Neler değiştide 50 yılda, aramızda bu kadar uçurum oluştu.
Güney Kore’nin 80’lerde hemen hemen bizimle aynı ekonomik verilere sahip olup da şimdiler de, gelişmiş-zengin ülkeler kategorisinde olması gibi. 1917 ekim devrimiyle, dünya deneysel bir süreç yaşadı, Sovyetler Birliği’nde. Kapitalizm bir süre kavrayamadı, ne ile karşı karşıya kaldığını.
Ne yapmalıydı bilemiyordu. 1940’lar da Hitler’in tek adamlık hırsıyla dünyayı kasıp kavurduğu yılların ardından, Sovyetler gerçeği gün gibi ortya çıkmıştı. Hitler’in kaybetmesiyle birlikte, Berlin’in de yarısını almıştı komünistler . Paylaşım ilk Berlin’de tescillendi doğu ile batı arasında.
2 kutuplu dünya siyasi literatürede sayısız terim kazandırmıştır. Soğuk savaş gibi, demir perde gibi, yeşil kuşak projeleri gibi, KGB gibi... Özal’ın iki elini havada birleştirmesiyle, 12 eylülün darmadağın ettiği Türk siyasal dünyası ABD rotasında ki yolunu daha emin adımlarla kat etmeye başladı.
Zaman içinde küresel ağaların marabası olduğumuzu anladığımızda, Özal’lı yılların tahribatını daha açık ifade etmiş oluruz. Kendi stratejimizin olmayıp, başkalarının takipçisi olduğumuz gerçeği, ve yapılan işlerin ülkenin değil, emperyal dünya ve şahsi çıkarlar için olduğu artık çok net.
1 koyup 3 almalarımız, alışmalarımız, 1 kereden birşey olmazlarımız hep yeni kendi dünya düzenimizin sinyalleriydi. Tarih tekerrür etsede geriye akmayan nehir gibidir.
İnsanlık denilen değerler tarihi hep üstüne koyarak süregelmiştir. Asla ve asla geriye gitmemişdir. Her geriye gidiş, çok daha parlak bir geleceğin şafağına gebe olmuştur.
2017 ne kadar kötü olsada, gelecek aydınlık olacaktır mutlaka. İnanın, güzel günler göreceğiz, güneşli günler göreceğiz....