Koç ? Bu boynuzlu olanından değil ama. Koç kelimesi günlük konuşmalarımıza büyük çoğunlukla “Beyaz Gölge” dizisinden sonra yerleşmişti.
Basketbol takımının hocasına “koç” denirmiş, öğrendik mesela o diziden. TRT yayınlamıştı, 80 ‘li yıllarda, hababam sınıfı tadında bir diziydi.
Son yıllar da koç kelimesini daha sık duyar olduk. İnsan önce, ülkede basketbolda hamle yaptığımızı falan düşünüyor, bütün ülke hepbirlikte potaya şut atıyor sanıyor ama kazın ayağı öyle değilmiş(!) Bu çok duyduklarımız meğerse yaşam koçlarıymış.
Bizim nesil sokak aralarında hoyratça büyüdüğünden, dayak cennetten çıkmadır mesela. Köpek sokakta beslenirdi, boş arsalarda, eve girmeleri yasaktı zira. Bayramlar festival tadında sokakta yaşanırdı mesela. Küçükler hep bakkala gider, arada birde ağabeyden tokat yenirdi gitmek istenmediğinde.
Mahallede kavgalar eksik olmazdı, oyun kadar doğaldı. Psikolojiler çok sağlam olduğundan mı bozulmazdı, yoksa varlığından haberdar olunmadığı için mi bozulup bozulmadığı analaşılamazdı o zamanlar, bilinmez. Sonra herşey bozuldu, ama önce ahlak bozuldu, toplumsallık dostluk.
Para herşey oldu. Dostluk da bitti dost muhabbetleride.
Dolar taşımak serbest bırakıldı, sonra ithal sigaralar devri. 80 öncesi para ile alınacak çok az şey var iken, artık para ile alınamıyacak hiçbir şey kalmadı gibi.
Falcılar türedi, medyumlar peşinden, sonra çinde akupunktur ve bioenerji uzmanlığı öğrenenler türedi.
Arkasından da şifalı otçular. Şifalı ot cennetiymiş memleket, her derde iyi gelen otlar. Kansere %100 iyi gelen otlar, her ne kadar isviçre’li bilim adamları bunu teyit etmesede, komşu teyzeler verdi garantiyi bu otlarada. Şimdi de moda yaşam koçları.
Kimler yaşam koçu olabiliyor peki, kaç yıllık bir eğitimden geçiyorlar, kim bunları denetliyor, hangi etik kurallara tabiler ? Anladığım durum şu, eskiden emekli olan bayanlar, pardon hanımlar yapacak iş bulamadığında, torunda büyüyünce resim yapmaya başlardı. Bir kurs tespit edilir önce, sonra çala kalem 2 ay kurs ve sonunda hop bir karma sergi.
Ressam olduk mu? He valla, sergi bile açtık ya. Yalan mı?
Bu emeklilikte resim yapma işinide galiba millete “netekim paşa” alıştırmıştı.
Diktatorlük günlerinin sonunda, Marmaris’e yerleşince, yar bana bir eğlence diye terrennüm ederken, etrafdaki akil insanlar, paşam resim yapmalısınız demişlerdir, yakışır size, boyu boyuna huyu huyunuza uygun demişlerdir mutlaka. Vergisi yok, rayiç fiyatı yok, yapması kolay, sizin için satması en kolay, her türlü vin-vin deyip, vermişler mehteri paşaya.
Paşa’dan sonra resim aldı başını gitti ülkede, e tabi 2000’lere gelinince, topluma yeni eğlencelikler, gençlere kariyer lazım.
Çünkü sistem artık fabrika, üretim, yatırım lafından haz etmiyor. Bankada 2 gün çalışan oğlana sistem “müşteri temsilcisi” gazını verip maaşını aldığı gibi, resme yeteneği olmayıp, çok konuşan emeklilere de sen den birşey olur demesi çok da anormal değil üst aklın.
Şimdiler de ortalarda çokça görürsünüz, bu yaşam koçlarını. Bunlar psikiyatr okuyacak kadar yeteneğe, psikoloji okuyacak kadar da puana sahip olamayınca, köşedeki bakkaldan aldığı ehliyet gibi, üst katta çıkıncada “yaşam koç”u sertikasını renkli olarak çerçeveletip ellerine verirler.
Koç olduk, iyi güzelde güdülecek koyun? O zaten sınırsız memlekette. Her dernekte, her vakıfda, her cemiyette var, ülkede sıkıntısı çekilmeyen tek şey o zaten.
Şimdi sıra millete ver mehteri, kıvamında verilecek terapiler, çok da vermemek gerek, koyun bu, tadı acımasın. Bu koçlar, hür teşebbüs olarak, bağımsız ve denetimsiz, pimi çekilmiş bomba misali topluma terapi yapıyorlar.
Terapi verenin, terapiye ihtiyacı var mı, bunu da soran da olmaz memlekette, sorgulamayız, denetlemeyiz, çünkü biz Özal’dan beri liberal takılırız, gemisini yürüten kaptan şiarıyla.
Ortalık koç’dan geçilmiyor, dikkat edin, size de tos'lamasınlar....