Dolayısıyla, kendine çizilmiş sınırların dışında bir tahayyülü olmayanların, mevcut düzenin yol açtığı sorunları geniş kitlelerin çıkarları lehine çözmesini beklemek için sadece saf değil, akılsız da olmak gerek herhalde. Kendi kurduğu düzen dahi değiştirilirken sadece rakamlara boğularak iktidar eleştirisi yapmak sadece CHP bürokratlarının yapabileceği bir iş olsa gerek. Kurucusunun diktiği Cumhuriyetin kolonları bir bir yıkılırken, yıkımın altında kalanın Mustafa Kemal'in devrimci ruhu olduğunu kavrayamayan veya daha da kötüsü bunu bilerek ve isteyerek yapanların, onu oradan çıkarıp onurla taşımaya devam etmek yerine siyasetin sandık, muhalefetin de parlamento ile sınırlanmasına aracı olmaları, partiye egemen olan bürokratların görev çizelgesinde yazılı bir ödev olsa gerek... CHP'yi düzen kuran partiden, düzenin bir aparatı haline getirmek de zahmetli ve zor bir sürece tekabül ettiğinden, geçmişten bugüne bu görevi yapanların hizmetlerinin karşılığını yine parti aracılığıyla edindikleri servet ve paylaştıkları makamlardan karşılıyor olduklarını düşünmek yanlış mı olur bilmiyorum...
Parti, ideolojik ve politik olarak teslim edilme/alınma hali ile karşı karşıya iken parti içi mücadeleyi sürdürenlerin, ülkenin sorunlarına çözüm iradesi üretememenin nedenlerini analiz edip partiyi yeniden devrimci dönüştürücü ve kurucu vasfına kavuşturmak, cumhuriyetin devrimci karakterini korumak/sürdürmek yerine sadece koltuk kavgası vermelerinin nedeni de olsa olsa onların da ufuklarının kapitalizmle sınırlı olması ve kendilerine çizilenin ötesinde bir ufuk çizgileri olmamasıyla açıklanabilir.
CHP'de yapılan ya da yapılacak parti içi mücadele, partinin altı okunda cisimleşen değerler bütününe can suyu verecek ve bu sayede de başlangıç olarak cumhuriyetin devrimci, halkçı karakterine dönülmesini sağlamayı hedefleyenler ile parti aracılığıyla kitlelerin yoksullaşmasına ses çıkarmama karşılığında üretilen refahtan ve dağıtılan koltuklardan pay alanlar arasında yaşanmalıdır. Yani parti içi mücadelede safların, kazananların bunu ne için kullanacağı temelinde ayrışması gerektiğini düşünüyorum.
Bu itibarla, bilinci esir eden küresel düzenin bir sonucu olarak sosyal demokrasi eliyle öznel müdahale gücü elinden alınan CHP'nin zihnini besleyen aklın yeniden özgürleştirebilmesi gerekiyor. Bunu başarabilmek için ise siyasetin yörüngesini değiştirebilecek bir etki gücü yaratabilmeyi hayal edebilmek, bunun için de siyasete veri hazırlayan ve bu yolla da hareket sistematiğini düzenleyen mevcut felsefe ile sosyoloji öğretisinin sınırladığı duvarları yıkmak, yıkabilmek gerekiyor. Hiç kuşkusuz bunun için şimdiye kadar kullanılan ölçü ve kuvvet birimleri yetersiz kalacaktır. Ama elimizde, kurtuluş savaşı yürüten iradenin yüz yıllık bir deneyimi var ve bu irade geçmişte Cumhuriyeti nasıl kurduysa bugün de yeniden ayağa kaldıracak aklı örgütleyip, o enerjiyi üretecek kapasiteyi taşıyor.
Sonuç olarak, halen devam etmekte olan kongreler ve fırçanın kimin elinde olduğuna bağlı olarak çizilecek resme bakarak siyaset tasavvuru yapıp pozisyon almak ne CHP'ye, ne de ülkemize bir arpa boyu yol aldıramayacaktır. Dolayısıyla isme bağlı değişim tartışmalarının tüketim değeri günlük veya en fazla dönemseldir. Belki de korkuyu yenmek, paniği atlatmak ve doğru çıkışa yönelmek için gerekli olan şey sadece cesarettir... Bunu bir mücadele, hatta savaş olarak da düşüneceksek eğer, Atina ve Sparta arasında 30 yıl süren ünlü Pleponez savaşları sırasında yaşamış Atinalı general ve tarihçi Thucydides'in sözünü de unutmamak gerekiyor: "Mutluluğun sırrı özgürlük, özgürlüğün sırrı ise cesarettir." Buraya kadar gelmişken Romalı kumandan Turnus'u da unutmamak gerekiyor: "Talih cesurdan yanadır."
Hiçbir aidiyetin yerini dolduramayacağı vatan ve yurtseverlik değerlerini zihnimizde halkçı, kamucu, planlamacı ve bağımsızlıkçı bir yol haritasıyla cisimleştirip, Mustafa Kemal Atatürk'ün 9 Eylül 1922'de İzmir'de yaptığını başarabilecek bir siyasi aks oluşturmak zorundayız. Bunun için ihtiyacımız olan şey ise, hala seçme şansımız varken, buna cesaret edebilmek... (SON)