Erdoğan hükümetinin İngiltere ile imzaladığı yasadışı göçmen anlaşmasının ortaya çıkmasıyla tekrar gündeme gelen kaçak göçmen ve sığınmacı sorunu, bana geçtiğimiz hafta okuduğum başka bir haberi hatırlattı. Malum kaçak göç Türkiye'nin büyük bir problemi olsa da yalnızca Türkiye'nin problemi değil. Kaçak göçmenler dünyanın her köşesinde siyasi denklemleri değiştirmeye devam ederken gündemden de katiyen düşmüyor."Vicdanımız sınırsız olabilir ancak kaynaklarımız değil." Kaçak göçmenlerle ilgili söylenmiş olan bu sözün sahibi olan New York City Belediye başkanı Eric Adams'ın sorun karşısında aldığı tutumla ilgili haberi okurken kendimi, aynı şeyi Türkiye'de CHP'li Büyükşehir Belediye Başkanları yapabilseydi eğer Türkiye'nin siyasi iklimi değişir, bunun seçimlere etkisiyle de kuvvetle muhtemel Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı seçilebilirdi diye düşünürken buldum...
Seçimlerin ardından bütün muhaliflerin karşısındakini zinhar dinlemeden konuşarak yenilgiye mazeret aradığı bir süreçte 'Bu doğruyu bir tek sen mi gördün?' der gibi kalkan kaşları ve ters bakışları görür gibiyim... Yok, iddiam bu değil. Zaten ben ne parti içi ve parti dışı muhalifler gibi seçimlerin kaybedilmesinin nedeni olarak ne Kılıçdaroğlu'nu, ne de onunla beraber partiyi yönetenleri görmediğimi buradan defaatle açıklamış birisiyim. Aynı bağımlı politikalar zincirini takip eden Kılıçdaroğlu'ndan önce görev yapan hiçbir yönetim başarılı olamadı. Aynı çizgi izlendiği takdirde de kim genel başkan olursa olsun, parti yönetimi kimlerden oluşursa oluşsun yenilgi yine kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla, ne Kılıçdaroğlu'nun kalmasının, ne de onun giderek ya da gönderilerek bir başkasının partinin başına getirilmesiyle sorunun çözülemeyeceğini uzun zamandan bu yana anlatmaya çalışıyorum.
Bu itibarla muhalefetin seçim kazanamamasının nedeni olarak Kılıçdaroğlu'nu işaret edip, partinin -ne hikmetse daha önce hiç seslerini çıkarmadıkları- kötü yönetiminden, gizli saklı Özdağ protokollerinden dem vurup 'karşıya' geçerek zehir zemberek açıklamalar yapanların bu sözlerinin ve kimin arkasında dururlarsa da dursunlar o kişinin partiyi iktidara taşıması neredeyse olanaksız. Yani bugünlerde yapılanın partinin iktidar yolunu açmaya çalışmak değil, kişiler ve ekiplerin parti içi iktidar mücadelesinden başka bir şey olmadığını söylemek pek zor değil.
Yasadışı göçle ülkemize gelenleri ve sığınmacıları gündeme taşıyarak seçimin kaderini değiştirebilecek bir seçmen kitlesi yaratan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile gizli bir protokol yapan Kılıçdaroğlu, 13 yıldan bu yana partiyi yönetmeleri için yetki verdiği ve bir kısmının son yenilgi sonrası genel başkan olarak bir daha belini doğrultamayacağını düşündüklerinden olsa gerek ilk fırsatta telaşla karşısına geçen prens ve prenseslerinin ilk taşını attığı lincin yaralarını sardı mı bilemiyorum...
Muhtemelen yaranın üstü en azından kabuk bağlamıştır ama sanırım aklı hala darbeyi yediği yerde olmalı ki, bunca yoğun gündemi arasında, normal bir zamanda sıradan bir ikili anlaşma deyip geçebileceği İngiltere ile yapılan bir anlaşmayı haklı sorularla gündeme taşıdı. Gelelim yazının başındaki düşüncemin kaynağına:
20 milyonluk New York şehrinin belediye başkanı Eric Adams, şehirdeki kaçak göçmen sayısının 100 bine ulaşması, Biden hükümetinin buna engel olamaması ve yerel halk için ayrılan belediye bütçesinin bu göçmenlere harcanmak zorunda kalması üzerine ilginç bir karar aldı ve halkı hem sorunun hem de çözümün bir parçası yapmaya karar verdi. Bu arada şehrin yüksek göç oranının nedeni, yasadışı göçün merkezi olan Teksas'ın Cumhuriyetçi valisinin göçmenleri kendi elleriyle otobüslere bindirip göç konusunda liberal olan New York'a göndermesi. (Sığınmacıları doğu sınırından alıp Türkiye'de sığınmacı güzelleyen fon sahiplerinin yaşadığı mahallelere bırakmayı ilk akıl eden popülist bir sonraki seçimin ikinci turunda ittifak yapılacaklar sıralamasında öne geçebilir.)
Kaçak göçmen akını sebebiyle bütçesi tükenen ve Biden hükümetinden yeterli yardım alamayan New York belediye başkanı, yerel halkın da soruna tepki göstermeye başlaması üzerine, sorunu görünür kılmak için şehrin merkezindeki oyun alanlarını ve parkları göçmenlerin yerleşim alanına dönüştürdü. Bu kararıyla, hem yeterli hizmet alamadıkları için kendisine tepki gösteren hemşerilerine hizmet kalitesinin neden düştüğünü gösterdi, hem de bu yerleşim alanları etrafında her gün yapılan protestolarla sorunu ülke gündemine taşıdı. (DEVAMI YARIN)