Yakın gelecekte ne olacağını bilemiyorum, ancak demokrasinin sınırlarını zorlamadan bulunan bu çözüm, çoktan kitleleri harekete geçiren bir sivil eyleme dönüşmüş durumda. Halkın çözüme katılımıyla oluşan bu eylemin yarattığı etkiyi gördükçe, ülkemizin neredeyse işgal seviyesinde kaçakla dolmasına, doldurulmasına, bilerek, isteyerek ya da basiretsiz yönetim anlayışları nedeniyle engel ol(a)mayanları koltuklarında rahat oturtmamak adına keşke ülkemizdeki belediye başkanları da benzer yasal çözümler arayıp bulabilse ve yerel halkı da bu soruna sivil eylemlerle dahil edebilse diye düşündüm.
New York City Belediye Başkanının yapıp CHP'li belediye başkanlarının yap(a)madığı şey; yani yasadışı göçle gelen milyonlarca insan ile yoksulluk arasındaki ilişkinin halka aktarılabilmesi, siyasi iklimi değiştirme gücüne sahip bir eylem.
Bu bağlamda, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Mersin, Hatay gibi büyük şehirlerin birçoğunu ve bu şehirlerdeki merkez ilçe belediyelerini yöneten CHP'li belediye başkanları, kaynaklarını tüketen ve yer yer işgali andıran yasadışı göçün ekonomik ve sosyal boyutlarını hemşerilerine gösterebilselerdi, iki önemli sonuca ulaşabilirlerdi: Birincisi, yerel nüfus için ayırdıkları bütçeyi tüketen ve hem kendilerinin hem de hemşerilerinin mağduriyet yaşamasına neden olan bu soruna karşılık kamuoyunda ciddi bir farkındalık yaratmaları, daha doğrusu var olan farkındalığı önce bir tartışma ortamına, sonrasında ise siyasi sermayeye çevirebilmeleri mümkün olurdu.
En az birincisi kadar önemli olan ikinci sonuç, sivil eylemlerle sorgulandığında, normal demokratik ülkelerde olduğu gibi, kapalı kapılar ardında imzalanmış anlaşmaların (Kılıçdaroğlu'nun açıkladığı İngilizlerle yapılan anlaşmalar gibi...) açıklanmak zorunda kalınacağı, göçü önlemeyen ya da önleyemeyenlerin, halkın bilmesini istemediği gerçekleri saklayamaz hale geleceğidir.
Resmi rakamlarda bile çelişkili olan ve en az 3-5 milyon olarak tahmin edilen kaçak göçmenlerin yurda kaçak yollardan girişi, kim oldukları, hangi amaçla geldikleri ve nasıl kontrol edilecekleri hakkındaki bilinmezliğin sivil toplum önünde açık ve şeffaf bir şekilde tartışılması, ülke genelinde siyasi iklimin ABD'deki gibi tartışmalı bir duruma gelmesine neden olabilirdi. Bu potansiyelin kanıtı, zaten Kılıçdaroğlu'nun seçimlerin birinci turunda, Sedat Peker'in dilimize soktuğu deyimle, bir kamera ve bir tripotla hatırı sayılır bir seçmen kitlesine ulaşan Ümit Özdağ ile anlaşma yapmak zorunda kalmasının ardında yatıyor.
Sonuç olarak muhalif belediyeler ve siyasetçiler, seçildikleri illerde yaşayan yerel halka hizmet için ayırdıkları bütçenin büyük bir kısmını göçmenlere harcadıklarını ve bunun da şehirlerinde yarattığı ekonomik ve sosyal etkiyi, New York Belediye Başkanı gibi, halka gösterip onları demokratik yollarla harekete geçirebilselerdi, bugün Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Kılıçdaroğlu oturuyor olabilirdi. Başka bir deyişle mesele önce bu sorunu kabullenmek, sonra vatandaşlara etkili bir şekilde aktarmak ve onları çözüm sürecine dahil etmekti.
Zira sivil toplum ve sivil siyaset ne idüğü belirsiz fonlar ve derneklerle demokrasi ve katılımcılık oynamak değil, siyaseti sandıktan çıkartıp sokağa taşımak, vatandaşların kendilerini doğrudan ilgilendiren sorunlarla ilgili olarak örgütlü bir tepki koyabilmesinin önünü açmaktır.
Kaçak göçmen ve sığınmacı sorununu insan hakları/ensar ekseninden çıkartıp ait olduğu ekonomik başlığın altına taşımak, hem samimi olarak bu sorundan muzdarip olan vatandaşların popülist ve faşistlerin ağına takılmasının önüne geçecek, hem de ucuz işgücü uğruna sermayedarların inebileceği seviyeyi halka ifşa ederek politik bir direnişin yaratılabilmesinin önünü açacaktır.
Ancak kaçak göçmen ve sığınmacı sorunu (diğer tüm sorunlar gibi) 'Böyle bir şey olabilir mi efendim?' ekseninde tartışılmaya devam edildiği sürece gerek siyaset, gerek toplum aynı kısır döngüde sıkışmış olarak kalmaya devam edecektir. (SON)