Size bir sorum var; Hiç evinizden, yerinizden, yurdunuzdan edildiniz mi?
Kurulu düzeniniz bir gecede yok edildi mi başkaları tarafından?
Umutlarınız, hayalleriniz, beklentileriniz bir hiçe dönüştü mü?
Hiç bilmediğiniz yerlerde, bilmediğiniz bir dile, bilmediğiniz kültüre adapte olmaya çalıştınız mı?
Sevdiklerinizin bir kısmının gözünüzün önünde katledildiğine şahit olup, bir kısmını ölümüne geride bırakıp gittiniz mi hiç uzak diyarlara?
Eğer bunların hiç birisini yaşamamışsanız son zamanlarda Orta Doğulu savaş mağdurları üzerinden yürütülen kara propagandaya alet olmamanız hele de diğerkamlık duygusundan da uzaksanız işten bile değil.
Bundan 158 yıl önce ataları Kafkasya'dan, öz yurtlarından, analarının ak sütü gibi helal topraklarından zulüm, işkence, kan kokusu ve ölüm ile gönderilmiş insanların bir torunu olarak yazıyorum bu satırları.
Ata diline yabancılaşmış, örfünü, adetini unutmuş ama her şeye rağmen bir umut geri dönüş şarkıları ile büyümüş bir insan olarak.
Savaş sırasında yaşananları anlatan bazen kahramanlık masallarını bazen de hem savaş hem de sürgün ve soykırım sırasında yakılan ve bir yumru gibi insanın bağrına oturan ağıtları dinleyerek büyümediyseniz bu yazdıklarımı anlamanız mümkün değil.
Günübirlik siyasi oyun kurma çabalarıyla bir seçimin kurbanı haline getirilen insanlarla hiç konuşmamış, onlar ne düşünüyor diye anlamaya çalışmamışsanız bu yazdıklarım size garip hatta komik gelebilir.
Allah aşkına söyleyin; kim isterdi vatanından ayrı düşmeyi? Kim isterdi hiç bilmediği toprakları vatan edinmeyi? Kim her gün itilip kakıldığı, dışlandığı, hor görüldüğü bir ortamda yaşam mücadelesi vermeyi ister ki?
Öyle; "Biz şu milletteniz. Ölürüz de gene başka memleketlere gitmeyiz" tarzında bayağı, bayatlamış ve ucuz kahramanlık sözlerini bırakın da söyleyin; Siz ister misiniz?
Eli silah tutanları bir kenara bırakalım. Sanki eli silah tutuyor diye anlam veremediği bir savaşta ölmek zorundaymış gibi... (En büyük argümanı o ya vicdan fukarası insanların) Onlar ölsünler kabul. Bunu kimi hamaset, kimi insanlık kimi de inandığı değerler adına yapsın ve ölsün. Kabul...
Nereye koyalım çocukları, kadınları, hastaları, yaşlıları?
"Kalsınlar yerlerinde ve ölsünler" değil mi?
1864 yılındaki büyük soykırım ve sürgün sırasında zalim Rus Çarı'na biat etmeyenler ya katledildi ya da milyonlarcası yerinden, yurdundan, vatanından edildi.
Kendisine genç nüfus lazım olan ve artık ömrünün sonuna geldiği anlaşılan Osmanlı ses etmedi Kafkasya'daki zulme. "Belki bir umut kötü gidişatı değiştirebilirim" düşüncesiyle ülkeye kabul ettiği Çerkesleri imparatorluğun dört bir yanına dağıttı.
Soykırım ve sürgün sırasında gemilere doldurulan insanlardan hasta olanlar yaşına bakılmadan atıldı Karadeniz'in hırçın sularına. Geride bıraktıklarıyla vedalaşamayanlara gemide yitirdiklerine son bir kez daha sarılma hakkı bile tanınmadı.
Bugün Suriye'de, Ukrayna'da ve dünyanın bir çok bölgesinde diğer emperyalistler gibi mazlum insanların üzerine kan kusan Ruslar o zaman da Çerkeslere yapmıştı aynısını.
Bunları yaşamadan, gerçekleri bilmeden insanların bir kısmını suçlamak kolay.
Dilinde vatan şarkıları, gönlünde kavuşma umutlarıyla ölen tüm insanların aziz hatırasına saygıyla...