Burada bir Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan'ı övecek değilim elbette, ancak bir siyaset kurdu olarak Erdoğan'ın kariyeri, Türkiye'de siyaset yapıp başarılı olmak isteyenler için önemli dersler barındırıyor.
Birinci ders, koltuğunu korumak, CHP ve Türkiye'ye hizmet etmeye devam etmek isteyen Kılıçdaroğlu'nun önünde duruyor:
AKP ve Erdoğan 2002'den beri defalarca kabuk değiştirdi ki Erdoğan için bu tarih daha bile geriye gidiyor. Bir Milli Görüş neferi olarak çıktığı yolda Erdoğan gömlek değiştirip ılımlı İslamcı bir liberal kimliğiyle Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne sokmak için oy istedi ve seçim kazandı. Kalleş batılılara karşı Türkiye'nin çıkarlarını korumak için oy istedi ve seçim kazandı. FETÖ'yle ittifak yaparak askeri vesayeti tasfiye etmek için oy istedi ve seçim kazandı. FETÖ'yü tasfiye etmek için oy istedi ve seçim kazandı. Kürt açılımı yapmak için oy istedi ve seçim kazandı. Kürt siyasetini Türkiye'den kazımak için oy istedi ve seçim kazandı. ABD müttefiki olarak Büyük Ortadoğu Projesine destek için oy istedi ve seçim kazandı. ABD'ye kafa tutarak bağımsız Türkiye için oy istedi ve seçim kazandı. Serbest piyasanın savunucusu olarak oy istedi ve seçim kazandı. Yerli ve millinin dostu, faiz lobilerinin düşmanı olarak oy istedi ve seçim kazandı.
Önemli konularda değil 180 derece, matematiğin sınırlarını aşarak dönüp durması muhalif cenahta sık sık dalga konusu dahi ediliyor. Ancak geçilen dalgaya kapılmak yerine Erdoğan'ın bunu nasıl başardığına bakmak, 13 yıldır politikalarını anlatamadığı, kırsaldan oy alamadığı, seçmenin CHP'ye olan önyargısını kıramadığı için şikayet eden Kılıçdaroğlu'nun zihnini açabilir.
Erdoğan'ın AKP'sinin her 180 derecelik dönüşü, oy oranlarındaki dalgalanmalar sonucu seçmenin verdiği mesajın görülmesi, kamuoyu önünde açık ve samimi bir özeleştiri yapılması, ilgili politikaların tamamen terk edilmesi ve bu politikaları öneren, destekleyen isimlerin partiden istisnasız olarak tasfiye edilmesinin, işbirliğine gidilen diğer siyasi partilerin ise değiştirilmesinin ardından yaşanmıştır. Gerek dünyada zamanın ruhunu, gerekse de iç politikadaki dengeleri gözeten Erdoğan parasal genişleme döneminde liberal, küreselleşmenin zirvesinde küreselci politikalar izlemekten çekinmediği gibi günümüzün çok kutuplu dünyasında güvenlikçi ve korumacı bir politikaya dönmekten de çekinmedi. Daha önemlisi, muhalif cenahın yarım akıllılıkla suçlamayı çok sevdiği seçmen de bu önyargının aksine zamanın ruhunun farkında olduğundan, dünyadaki gelişmeleri takip ettiğini ve seslerini dinlediğini düşündükleri liderlerini ne tarafa giderse gitsin desteklemeye devam etti.
Cumhuriyet Halk Partisi ise liberal rüzgarların en güçlü olduğu zamanda ulusalcı, milliyetçi akımların zirve yaptığı dönemde ise liberal olarak sonuç almayı bekledi. Dahası, seçmen tarafından verilen mesajları almamakta direnen, aksi gibi parti içindeki tüm aykırı sesleri kesen CHP yönetimi bugün seçmen nezdinde büyük bir nefret objesi haline dönüşmüş durumda. Kemal Kılıçdaroğlu bugün koltuğunda kalma amacını taşıyorsa, Erdoğan'ın kariyeri boyunca yaptığı dönüşlerden ders çıkartması gerektiğini düşünüyorum:
Seçmenden alınan her mesaj sonrası gereğini yapıp politika değişikliğine giden Erdoğan, eski politikalara ucundan kıyısından bulaşan herkesi tasfiye edip her seferinde yeni ekiplerle çalıştı. Zamanı geldiğinde ise bu yeni ekipleri de tasfiye edip daha yenilerini tedavüle sokmaktan da çekinmeyerek yoluna devam etti. Bu şekilde Erdoğan kendisini seçmen nezdinde partisinin politikalarına yön veren siyaset üstü bir figür, seçmenin siyasetteki sesi olarak konumlandırmayı başararak sayısız siyasi faciaya rağmen günümüze kadar gelmeyi başardı.
Kılıçdaroğlu da göreve geldiği günden bu yana onlarca MYK üyesi ile çalıştı. Ancak her yeni kurultayda çekirdek ekibi hariç bir öncekileri buharlaştırarak siyaset dışına atsa da, kaybettiği her seçim sonrasında aynı politikaları izlemeye devam etti. Bugün gelinen noktada ise artık Kılıçdaroğlu'nun hem parti politikalarını, hem çekirdek ekibini, hem koltuğunu, hem de seçmenini olduğu gibi tutması imkânının kalmadığını düşünüyorum. Ekibini ve politikalarını samimi bir özeleştirinin ardından tasfiye ettiği ve kendisini Erdoğan'ın pratikte yaptığı gibi siyaset üstü bir parti büyüğü olarak konumlandırmayı başarabildiği takdirde, o da belki, koltuğunu ve seçmenini şu aşamada koruyabilecek, bir değişime öncülük edebilecektir. Aksi takdirde ise CHP seçmenini partisinden kopartan Genel Başkan olarak tarihe geçme ihtimalinin son derece kuvvetli olduğunu düşünüyorum.
Ara bir not olarak, ilginç ve trajikomik gelecek ama muhalefetin etkisiz bir eleman olduğu, seçmeninin dört bir yana savrularak un ufak olduğu, AKP'nin ise Erdoğan'ın bir şeylere ikna edilebilirliği ekseninde politika belirlediği bu ortamda en etkili muhalefetin parti-devlet AKP içerisindeki farklı gruplardan geldiği bir Türkiye de çok uzağımızda değil gibi... Muhalif siyasetin gerçeklikten ve aklı selimden bu kadar koptuğu bir ülkede muhalifler de yakında balataları sıyırıp gerçekten muhalefet edebilmek için AKP'ye katılırlarsa şaşırmayacak hale geldik...
Yazının girişinde, bir siyaset kurdu olarak Erdoğan'ın kariyerinin, Türkiye'de siyaset yapıp başarılı olmak isteyenler için önemli dersler barındırdığını söyleyerek ilk dersin Kılıçdaroğlu için, Erdoğan'ın AKP'yi yönetme şeklinde yatıyor olduğunu belirtmiştim. İkinci ders ise Kılıçdaroğlu'nun makul olanı seçmemesi halinde karşısına çıkmaya ve CHP'yi yönetmeye talip olanların, haydi adını da koyalım, mevcut İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak elinde tuttuğu olanaklar dolayısıyla (şimdilik) Ekrem İmamoğlu'nun önünde duruyor, (DEVAMI YARIN)