Erdoğan ise kendi ikilemiyle mücadele etmeye devam ediyor. Kendisine seçim kazandıran düşük faiz-yüksek büyüme-yüksek istihdam politikasının bu haliyle sürdürülemez olduğuna sonunda ikna olmuş olsa gerek, durumu biraz toparlamak adına Mehmet Şimşek önderliğinde ortodoks politikalara dönüş yaptı. Ancak bunun çok uzun vadeli olmayacağını, özellikle seçim dönemlerinde kendisine seçim kazandıran bu formülü kullanmaya devam edeceğini öngörmek de çok zor değil.
Erdoğan'ın sıkıştığı ve gerek ideolojik, gerekse de pratik sebeplerle çıkmasının mümkün olmadığı bu ikilemden faydalanmanın tek yolu ise gerçek bir alternatif üretilmesi. Gerçek bir alternatif üretilemediği takdirde Erdoğan (ve arkasından gelecek olanlar) aynı kazanan formülü, süründüren ama öldürmeyen bu yöntemi kullanmaya devam edecektir. Alternatifi ise gökte aramaya gerek yok: kapitalizmin ve neoliberalizmin doğduğu yerlerde dahi artık kamucu bir ekonomik düzene geçiş yapıldığı günümüz dünyasında Türkiye'nin de kökü dışarıda değil içeride olan, yönü geriyi değil ileriyi gösteren, sermayenin değil halkın ve emekçinin yanında olan, Merkez Bankası bağımsızlığı sayıklamalarının ötesinde bir ekonomik programa ihtiyacı var.
Yalnızca İstanbul'un varoşlarında, ağırlıklı olarak işçi sınıfına mensup 7-8 milyon insan yaşıyor ve bu insanlar ağırlıklı olarak Erdoğan'a oy veriyor. Milyonların yoksullukla mücadele ettiği bu ülkede varoşlara girip bu seçmeni Erdoğan'dan söküp alabilecek bir ekonomik programa ihtiyaç var. (Pek tabii bu programı yaratabilecek kadrolar ve anlatabilecek örgütlere de ihtiyaç var, aşağıda değineceğim.) Serbest piyasa ezberlerini sayıklamaktan başka bir şey yapmadan iktidar seçmenini partisinden koparmak mümkün olmadığı gibi, iktidar seçmenini partilerinden koparmadan seçim kazanmanın da mümkün olmadığını sanırım artık herkes görmüştür.
Söylem
Sermaye çıkarları yerine halkın çıkarlarını önceleyen bir ekonomik politika izlemek, seçmeni kimlik temelli değil sınıf temelli kaygılarla oy vermeye ikna etmenin ilk aşaması olarak görülmelidir. Kimlik temelli değil sınıf temelli siyaset yapmak, CHP'nin 2023'te dahi giremediği mahallelere girmesine, oy almayı hayal dahi edemediği kesimlerden oy almasına giden yolu açacaktır. Yoksulun Sünnisi, Alevisi, Kürdü, Türkü, muhafazakarı laiki olmadığı için ne bu sonuçsuz tartışmalara, ne samimiyetsiz helalleşmelere, ne de işlevsiz ittifaklara gerek kalmayacaktır. CHP sessiz çoğunluktan oy alamıyor ve alamamaktan şikayet ediyorsa bunun çözümü, çoğunluğun niteliğini değiştirmek, kendi çoğunluğunu yaratmak olmalıdır; başkasının yarattığı çoğunluğa şirin gözükmeye çalışmak değil...
Keza aynı problem kendisini yükselen milliyetçilik tartışmalarında da gösteriyor. Bakınız bu ülkede Zafer Partisi tarafından, Kuva-yı Milliye geleneğinden gelen CHP'ye, kurduğu Cumhuriyetin temel kolonlarını tartışmaya açmayacağına dair bir mutabakat imzalatıldı. 2. tur öncesi milliyetçi oyları çekebilmek için yapılan hamleler arasında bunun aslında CHP için ne kadar utanç verici olduğu gözlerden kaçtı, ama bir kişinin bile bugünün CHP'sine bakarak istenen bu güvenceye şaşırdığını düşünmüyorum.
Milliyetçiliğin yükseliyor görünmesinin, seçmenin giderek daha milliyetçi hale gelmesinden değil, merkezde alternatif bulamayan seçmenin giderek uçlara kayıyor olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Keza dünyada da trend bu şekildedir. Sinan Oğan ya da Ümit Özdağ gibi figürlerin ilgi görüyor olmasının tek sebebi, sığınmacı sorunundan rahatsız olan seçmenin gidecek başka yer bulamamasıdır. İktidardan rahatsız olan iktidar seçmeninin karşı yakaya şüpheyle yaklaşıyor olmasının sebebi de hakeza, seçimden iki gün önce NATO ağzıyla Rusya'ya çıkışması gibi örneklerde görülebileceği gibi, muhalefetin bu bakımdan güven vermemesidir.
Kimliklerden arınmış, bağımsızlık ve ulusal egemenlik odaklı bir yurtseverlik anlayışının söylemlere yansıtılmasının savrulmalarının önüne geçeceğine ve asıl gündem olan ekonomik problemlerden dikkatlerin uzaklaştırılmasını engelleyeceğine inanıyorum.
Örgütler
Örgütler konusu aslında işin en kolay kısmı gibi görünüyor. İsimlerin ve yüzlerin değişmesi gerektiği konusunda kimsenin pek şüphesi yok gibi, ancak parti içi mücadelelerin bu değişimin önünü tıkama potansiyeli taşıdığı görülüyor. 'Parti küçük olsun ama bizim olsun' anlayışı malum, CHP'nin bir geleneğidir. Kitle partisi olma amacı taşıyan bir partinin küçük olması da, 'bizim' olması da mümkün değildir. Muhalif seçmenin CHP'nin iç işlerini doğrudan düzenlemeye giriştiği bugünün Türkiye'sinde ise kitle partisi olmayan ve iktidar amacı olmayan bir partinin muhalefet olarak kalabilmesi artık mümkün görünmüyor. Bu bakımdan köklü bir değişimin şart olduğu açık...
Yeni politikaları yaratacak yeni kadrolar, bu yeni politikaları anlatabilmek için yeni bir söylem, bu söylemi yayabilmek için politikleşmiş örgütler gerek. Bunlar olmadan parti içinde ve dışında yer alan çeşitli grupların parti yönetimini ele geçirme yönünde hamleler yapmaları değişim değildir ve halk tarafından da yeterli görüleceği kanaatinde değilim.
Ekonomik politika, söylem ve örgütler olarak kabaca grupladığım bu değişimlerin işe yarayabilmesi için bunların birbiriyle uyum içinde ve bütünlüklü bir strateji çerçevesinde yapılması gerektiği aşikâr. Gerçek bir değişime cesareti ya da nefesi yetmeyen tüm aktörlerin, yani sistemin onlara biçtiği role razı gelenlerin ise siyaset sahnesinden yavaş yavaş silineceğini yaşayarak göreceğimizi düşünüyorum.
Ayakta kalanlar, gerçekten değişim iradesini gösterebilen ve her taraftan çürüyen bu sisteme karşı çıkabilenler olacaktır. (SON)