Seçimlerin kaybedilmesinin esas nedeninin savunulan politikalar olduğu ortadayken ve bu politik tercihi yapan parti yöneticilerinin, demokrasinin gereği olarak hesap vermek üzere derhal kurultayı toplaması gerekirken bunun yerine koltukta oturmaya devam etmek istemeleri, tartışmayı olması gereken zeminden koparma amacı taşıyor olabilir. Eğer aklı selim devreye girip bu tartışmanın tarafları bu çıkmaz yoldan bir an önce çıkmaz, çıkamazlar ise nihayetinde bu durum CHP'yi bir bütün olarak sarabilir, içine çekileceği din, mezhep ve etnisite tartışması hem parti, hem de ülkemiz açısından gerçek bir felaketin kapısını açma tehlikesi barındırıyor olabilir.
Meseleyi abartıyor olabileceğimi düşünenlere, daha Kılıçdaroğlu'nun CHP'ye Genel Başkan olduğu ilk zamanlarda yazdığım yazılarla bu tehlikeye işaret ettiğimi hatırlatmak isterim. Bu yazılarımda Kılıçdaroğlu'nun CHP Genel Başkanlığında başarılı olmasını istediğimi, benim de üyesi bulunduğum partimin ülkeyi AKP ve lideri Erdoğan'dan daha iyi yöneteceğine inandığımı, ancak başarısızlık halinde başlayacak, başlatılacak tartışmalarla şimdiye kadar Cumhuriyete, laikliğe ve dolayısıyla da CHP'ye sahip çıkan ülkemizin çimentosu olan ilerici ve yurtsever yurttaşlarımızın CHP ile kurdukları akıl bağının, 'Bir alevi genel başkan CHP'de barındırılmadı.' tartışması sonucu partiyle gönül bağlarının kopartılmaya çalışılabileceği riskinin de bulunduğuna işaret etmiştim. Bu tartışmanın altına odun atanların niyetleri farklı olsa de yangının ne kadar büyüyeceği ve nerelere kadar sıçrayabileceğine ilişkin işaret arayanlara, PKK'nın Kandil mukimlerinden Murat Karayılan'ın seçimlerin 2. turu da sonuçlandıktan sonra sarf ettiği 'Kılıçdaroğlu Kürt ve alevi olduğu için seçilemedi. Türkiye'nin sosyolojisi bu.' sözlerini iyi analiz etmelerini öneririm.
Bu açıdan CHP'yi, seçim sonuçlarını ve Kılıçdaroğlu'nu etnik ve mezhep kimliğinden arındırarak tartışmak gerektiği kanaatindeyim. 'Resmi büyüterek' bakabilirsek eğer, 2010 yılında CHP'ye kurulan tuzak ile şimdi partiyi parçalamaya dönük olarak başlatılan alevilik tartışmaları boşa çıkarılabilecektir.
Bununla beraber, seçimleri Kılıçdaroğlu'nun yaptığı ya da yapmadığı şeyler üzerinden anlamaya ve değerlendirmeye çalışmak, onun başarı ya da başarısızlığı üzerinden tartışmak ve parti içinde o giderse önce CHP, sonra da ülke açısından her şeyin çok güzel olacağına yönelik mesajlar vermek, bizleri seçimler öncesi yapılan ve Erdoğan giderse her şeyin çok güzel olacağını vaat eden hatalı söylemin tuzağına düşürür. Dün iddia edildiği üzere Erdoğan gitseydi her şey çok güzel olmayacağı gibi, bugün seçim yenilgisinin tek sebebi de Kılıçdaroğlu değil. Kişilerin etkisi olsa da tüm sonuçları kişilere bağlamak, aslında ne olduğu sorusuna verilecek doğru yanıtı oluşturmaya yetmiyor.
Kılıçdaroğlu'nun, 'Artık sağ-sol kalmadı.' demesi, Halil İbrahim sofraları kurup helalleşme seremonileri ile Alparslan Türkeş'in evine, Adnan Menderes'in mezarına gitmesi, her ölüm yıldönümünde işçi emekçi düşmanı Çankaya şişmanı Turgut Özal'ı anması, geçmişi halka karşı suçla dolu paramiliter örgütlerin yöneticileri Muhsin Yazıcıoğlu veya onun takipçileri olan Sinan Ateş ve benzerlerini kendi seçmeni önünde hemen her gün kutsayarak onlara değer atfetmesi, laiklik prensibi kuruluş gerekçelerinden olan partinin dilini dinci, mezhepçi bir retoriğe evriltmesi, bağımsızlıkçı dış politikasını NATO'culuğa, ekonomi politikalarını neoliberal eksene oturtması ve bunlara benzer daha onlarca örnek hata sonucu parti içinden eleştiri alsa da Kemal Bey açısından bu eleştiriler bir değer taşımıyor olmalı ki değişen bir şey yok.
Nihayetinde bazı aykırı sesler çıksa ve onları parti örgütü içerisinde örgütleri belediye başkanlarına zimmetleterek, kurultay delegelerini partili olma kriterine, liyakata göre değil kendine oy verecek şekilde birisinin eşi, diğerinin çocuğu, annesi, babası kontenjanına göre yazdırıp, kendisine oy vermesini sağlayacak şekilde usulüne uygun şekilde sönümletebiliyor. Herhalde bunun için en iyi örneklerden birisi İlhan Cihaner'in başına gelen/getirilenler. Hukuku ve adaleti savunduğu için Erzincan Başsavcısıyken makamında derdest edilmesi ile CHP kurultayında Genel Başkan adayı olmak için topladığı imzaların, Kılıçdaroğlu'nun karşısına çıkamaması için geri çektirilmesi daha dün gibi hafızalarda. Dolayısıyla Kemal Kılıçdaroğlu'nun oturduğu koltuğa oturtuluş süreci ve sonrasında parti içi otoritesini yanına yerleştirdiği oligarklarca oluşturulan mekanizmayla koruyarak koltuğunda kalış süreci ortada olduğu halde hala demokrat dede profilini kendine uygun görürken, o koltukta aldığı kararları tartışmak ne kadar anlamlı olabilir ki? (DEVAMI YARIN)