Yıllardır, İstanbul’un fethine daha bir hamaset katmak için Fatih’in gemileri karadan yürüttüğü” anlatılıp durur..
Toplumun büyük bir çoğunluğu da İstanbul’un fethine daha bir hamaset, daha bir kahramanlık katmak için sorgulamadan inanırlar..
Tarihde olaylara bu tür hamaset katan, kahramanlıkları abartan örnekleri sık sık görebiliriz..
Özellikle islam tarihinde menkıbe adı altında, insanların hayal gücünden çıkmış hamasetleri çokçadır..
İstanbul’un fethinde de gemilerin karadan yürütülmesi gerçek olması mümkün olmayan bir olgudur..
Ancak, İstanbul’un fethinini önemi ve değernin az bulmuş olacakalr ki, bir de işe böyle bir hamaset katmışlar..
Arif Nihat Asya’nın Fetih Marşı’nda, “Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek/ Dağlardan çektirilen kalyonlar çekilecek/ Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!” diye methiyeler düzdüğü, şair Yusuf Tuna’nın “Haliçe gemileri karadan yürüten Türküm” adlı şiirinde “… İstanbul’da çektiriler ile dağları aşan/ Haliçe gemileri karadan yürüten Türküm” diye anlattığı, şair Hüseyin Avdic’in, “İşte dâvâ, işte gerçek, o da bir tek:/ Dâvâ, gemileri karadan yürütmek!” diye anlattığı “gemilerin karadan yürütülmesi” olayıyla ilgili tek bir Türk tarihçinin notu yoktur. Sadece, yenligiye kulp arayan Bizanslı bir tarihçi böyle bir olaydan bahseder. Bizimkilerin hamasetle anlattıkları olay da sanırım bu Bizanslı tarihçiye dayandırılır.
Teknik olarak o kadar kısa bir sürede mümkün olmayan olmayan konuda Evliya Çelebi, gemilerin ok meydanınnda imal edildikten sonra Haliç’e indirildiğinden bahseder..
Deniz Mecmuasının 1934 tarihli 335 nolu sayısında deniz subayı ve tarihçi Hüseyin Fevzi Kurtoğlu, ““Osmanlı İmparatorluğunda Kaptanpaşalar” adlı makalesinde, “Bin dört yüz elli üç yılında İstanbul muhasarasında Türk gemilerinin kızaklarla Kasımpaşa’ya taşınmasına nezaret etmiştir” kaydını düşer..
Resimli İstanbul Tarihi’nde resimlerle gemilerin karadan Haliç’e yürütülmesi anlatılır..
Osmanlı hayranlarının yıllardır anlattıkları İstanbul’un Fethindeki gemileri karadan yürütme öyküsünü inandırıcı değil..
İnanmayın; Fatih’in kadırgaları karatan yürüterek Haliç’e indirmesi mümkün değildir..
6 Nisan’dan 29 Mayıs 1453’e kadar süren kuşatma süresinde, 20 nisan’da 150 osmanlı kadırgası bugünkü Yeşilköy bölgesinde Ceneviz- Bizans filosu karşısında ağır bir yenilgiye uğramıştı.
Anlattıkları, Fatih’in yok gemileri yağlı kazıklar aracılığıyla Haliç’e indirmesi.. Gemilerin Beşiktaş’tan Haliç’e karadan indirilmesi için gereken mesafe iki ila dört kilometer ve ormanlık alandı.
Anlatılanlara göre bir taraftan ağaçlar kesilip zeytinyapyağı ile kayganlaştırılarak toprağa sabitleniyor ve gemiler kızaklara alınıyor. 21- 22 Nisan gecesi bi gecede yetmiş iki kadırga karadan indirilmi.. Böyle anlatılır..
Osmanlı ordusunun mevcudu Hammer’a göre 250.000, Barbaro’ya göre 160.000, Sfrantzes ve Dukas’a göre 200.000 asker idi. Baltaoğlu Süleyman Paşa’nın komutasına verilen filonun mevcudiyeti hakkında farklı düşünceler mevcuttur; Dukas 300, Yeorgios Francis ise 160 demektedir.
Peki altmış metre uzunluğunda yetmiş iki kadırgayı yürütmek için bir taraftan savaça devam ederken kaç asker görevlendirilmiş olabilir..
Gemileri yokuşta çekmek, inişte frenlemek için kaç bin hayvam gerekmektedir..
Bugünün tekniğiyle bile o kadırgaları Haliç’e zor indirirsiniz..
Boğazı zincirle kapatmak masaldan da öte.
Bunun hesabı var, kitabı var. Her şeyden önce sen o zinciri nasıl imal edeceksin? Tut ki imal ettin. nasıl taşıyacaksın? Tut ki taşıdın. Hangi olanaklarla bir yakadan diğer yakaya bu devasa zinciri nasıl gerdireceksin?
Hasan Kazankaya, 1986’da çılgın bir maceraya atıldı..
Tam dört yılını alacak yeni sevdası tarih yazarlığıydı..
Ta çocukluğundan beri Fatih’in bir gecede yetmiş iki parça savaş gemisini karadan yürüterek Haliç’e indirmesine takmıştı.
Yetmiş iki parça gemi Tophane, Kumbaracı yokuşu, Asmalımescit, Tepebaşı, Kasımpaşa güzergahından Haliç'e indiriliyor.
Olacak şey değil !..
Bir kalyonun enini, boyunu, ağırlığını ölçmüş, biçmiş ve Fatih’in karadan Haliç’e gemi yürütemeyeceğini hesaplamış. Asırlardır tarih diye masallarla avutulan bu millete gerçekleri yazmak üzere kolları sıvamış..
Önce kitabına bilgi toplamak için Atina’ya, Roma’ya, Paris’e ve Londra’ya gidip topladığı binlerce rulo filmle ve kitapla yurda dönmüş. Sonra Latince, Fransızca, İngilizce, Almanca ve Arapça bilen beş çevirmen, iki daktilo kız tutup, Kazankaya Yayıncılık’ta, dört yıl sürecek büyük inzivaya çekilmiş..
“Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un Fethi ve Fethin Karanlık Noktaları” adlı 718 sayfalık betikte otuzdan fazla plan, harita, kroki, gravür, fotoğraf ve çizim var. Betiğin yazımında otuz beş yabancı, altmış yedi yerli eser devşirilmiş..
Betiğin bir bölümünde, “"Eğer kadırgalar denizden karaya kızakla çekildiyse, bir kadırga (altmış metre) karaya ancak üç-beş saatte çekilebilir. Bu tonajda bir kadırga, özel alet marifetiyle düz yolda saatte en fazla yirmi- otuz metre yol alabilir. Hiç durmadan çekilen bir kadırga, yirmidört saatte ve düz yolda ancak altıyüz- yediyüz metre gidebilir. Kadırgalar hayvan kuvvetiyle ancak düz yolda yürütülebilir. Ancak bu defa da yokuş aşağı inen bir kadırgayı hayvan kuvvetiyle frenlemek mümkün değildir. Her kadırgaya bir kızak gerekli olduğundan, kızakların önceden hazırlanması gerekir. Bu ebatlarda bir kızak sekiz- dokuz ustayla ancak bir ayda yapılabilir. Bu işe yüzlerce makara ve yirmi beş bin metre çelik tel lazımdır. Bu aksesuarlar mutlaka önceden hazırlanmış olmalıdır. Kadırgaların gidiş güzergahının tesviyesi ve bu yola dizilen binlerce ‘felekler’, bir günde yapılacak şey değildir. Bütün bu nedenlerle yetmiş iki parçalık donanmanın bir gecede karadan Haliç’e indirilmesi mümkün değildir.."
Sekiz yüz yıldır güncelliğini koruyan şiir
Ömer Hayyam’ın tam sekiz yüz yıl önce yazdığı bir şiir var ki, sanki bugün yazılmış gibi güncelliğinin koruyor..
‘Irmaklarından şaraplar akacak’ diyorsun
Cennet-i alâ meyhane midir?
'Her mümin'e iki huri' diyorsun
Cennet-i alâ kerhane midir?
Tanrı bize cennette vaat ettiği şarabı
Niçin haram etsin bu dünyada, akla sığar mı?
Bir sarhoş arap, devesini vurmuş Hamza'nın
Peygamber de yasak etmiş arap’a şarabı
Beni özene bezene yaratan kim? Sen
Ne yapacağımı da yazmışsın önceden
Demek günah işleten de sensin bana
O zaman nedir o cennet cehennem?
Kim senin 'yasa'nı çiğnemedi ki söyle?
Günahsız bir ömrün ne tadı kalır söyle.
Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen eğer
Seninle benim aramda ne fark kalır ki söyle
Tanrı bizi çamurdan yarattığında
Biliyordu bu dünyada ne işimiz olacak
İşlediğim günahlar hep onun emriyledir
O halde cehennemde beni niçin yakacak?
İsyan edip karşında duracağım, neredesin?
Karanlığı, ışığa yoracağım, neredesin?
İbadete karşılık cenneti alacaksam
'Bağış mı ticaret mi' diye soracağım, neredesin?
Kör cehalet çirkefleştirir insanları.
Suskunluğum asaletimdendir.
Her lafa verecek bir cevabım var elbet
Lakin bir lafa bakarım laf mı diye,
Bir de söyleyene bakarım adam mı diye
* * *
Dünya, üç beş bilgisizin elinde
Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde
Üzülme, eşek eşeği beğenir
Bir hayır var sana kötü demelerinde
* * *
Sen bu dünyanın sırrına eremezsin
Erenlerin dilini de sökemezsin
Öyleyse iç şarabı, cennet et dünyayı
Öteki cennete ya girer, ya giremezsin
* * *
Niceleri geldi, neler istediler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler
İçin temiz olmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun kaç para
Hırka, tespih, post, seccade güzel
Ama tanrı kanar mı bunlara?
Sen sofusun hep dinden dem vurursun
Bana da sapık dinsiz der durursun
Peki, ben ne görünüyorsam O'yum
Ya sen ne görünüyorsan o’musun?
Sen içmiyorsan içenleri kınama bari
Bırak aldatmacayı ikiyüzlülükleri
Şarap içmem diye övünüyorsun ama
Yediğin haltlar yanında şarap nedir ki.
Ey kara cübbeli senin gündüzün gece
Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere
Onlar yaratanın sanatı peşindeler
Seninse aklın abdest bozan şeylerde.
Ben kadehten çekmem artık elimi;
Tutmam senin kitabını minberini.
Sen kuru bir softasın, ben yaş bir sapık
Cehennemde sen mi daha iyi yanarsın, ben mi?
Seni kuru softaların softası seni
Seni cehenneme kömür olası seni
Sen mi haktan rahmet dileyeceksin bana ?
Hakk’a akıl öğretmek senin haddine mi?
Yaşamın sırlarını bileydin
Ölümün de sırlarını çözerdin
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok
Yarın akılsız neyi bileceksin.
Ey kör!
Bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş !
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş !
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!